• 27 Haziran 2011, Pazartesi

Sıra bize mi geldi?

Geçen yıl Temmuz ayı içerisinde Köy Gazetesi çalışması için gittiğim İbrahimkavağı Köyü’nde halk, “Buraya RES kurmak istiyorlar, karşıyız, kesinlikle kurdurmayacağız” diyordu. 26 Ağustos 2010’da çıkan Denge Gazetesi İbrahimkavağı Köyü ilavesinde de bu söylemleri haber olmuştu. Dedikodular sokaktaysa, arşiv burada!

Olaylar her ne kadar 7-8 aydır gündemde olsa da köy halkı bu işe en başından karşıydı. Bu güne kadar yaşam alanları ile ilgili konuda kendileri yok sayılarak işlemler yürütüldüğü için de müdahil olamamışlardı. Şirketin dağa çıkmak için yaptığı her hamle ile seslerini duyurmaya başladılar. Bizi çağırdılar, sorunlarını haber yapmamızı, çevreci guruplardan destek olmalarını istediler. Köylünün tek derdi, şirket ve devlet kurumları tarafından yok sayıldıkları bir ortamda seslerini duyurabilmek, insani haklarını aramaktı.

Nitekim olaylar büyüdü ve en uzun gün olan 21 Haziran 2011 Salı günü köylü, yaşam alanı mücadelesinde karşısında bir bölük asker buldu. Yolu kapatmamışlardı. Yol kenarında dağa çıkacak olan şirketi protesto edeceklerdi. Jandarma araçları yol kenarına çekildi. Selam bile verilmeden, “Yolu açın” denildi. Sert sözler ve mimiklerle köylü tahrik edildi. Her zaman yaptıkları gibi seslerini yükselttiler, “Biz şehit olacağız, bu dağı vermeyeceğiz” dediler. Ellerindeki bayrakları sallayarak çoğunluğu köylüleri ve komşu köyden olan jandarmanın arkasında görünen şirket elamanlarına haykırdılar. “Aç mı kaldınız da yaşam alanımızı yok edeceklere hizmet ediyorsunuz, oyuna geliyorsunuz” dediler. Bu arada ilk müdahale jandarmadan geldi, köylü coplandı ve biber gazı sıkıldı. Canı yanan köylü taş ve topraklarla cevap verdi. Olaylar çıktı. Askerler yaralandı, köylüler yaralandı. Köylüye karşı orantısız güç kullanıldı. Görüntülerde (http://www.vimeo.com/25591039) var, bir kadını iki asker kollarından tutup sürüklerken üçüncüsü arkadan gelip tekmeledi. Daha neler neler..

İbrahimkavağı Köyü’nün masum halkının canı yandı, canı yanan sadece onlar değildi. Olaya çıplak gözle tanıklık edenlerden biri olarak da manzara karşısında benim de çok canım yandı ve hala yanıyor. Orada köylü kadınlarının feryadına dayanamayıp gözyaşlarına boğulmam, İHA Muhabiri meslektaşım İbrahim Kılınç’ın haberi ile Türkiye gündemine taşındı. Ulusal televizyon kanallarına haber oldu. İddia ediyorum, içinde Allah korkusu, insan sevgisi olan herkes orada ağladı, askerler bile…

Başlarken işimi en iyi şekilde yapmaya kendime söz verdiğim 11 yıllık gazetecilik yaşamımda rekabet edemediğim tek yerel yayın organı olan fısıltı gazetesi olay gününden itibaren manşetlerini ardı ardına sıraladı: “Köylü cahil, gazetecilerin gazına geliyor”, “İki gazeteci yetti arttı”, “Askeri taşlayanlara az bile oldu, asıl dayağı gazeteciler hak ediyor” ve daha da var. Devletin Valisi, Başbakanı, Cumhurbaşkanı için atılan manşetleri de burada yazmak istemiyorum ama onlar da yenilir, yutulur cinsten değil.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, köy halkından sonra sıra bize geldi. Sesini çıkaran köylüyü copla, biber gazı ile, tekme ve tokatla susturanlar bunları haber yapan bizleri susturmanın yollarını arıyor. Fısıltı gazetesi aracılığı ile çaldırdıkları davullarla da bunun zeminini hazırlıyorlar.

Açık ve net bir şekilde ifade ediyorum. Biz gazeteciliği halk için yapıyoruz, halkı temsil ediyoruz ve gücümüzü de halktan alıyoruz. Öyle görünüyor ki herkes bizim gibi değil. Gücünü temsil ettikleri kesimden almayıp da, güç aldıkları kesimleri temsil edenler var. (!)

Her ne olursa olsun biz, doğrulardan ve insanlıktan yana olmaya devam edeceğiz. Paraya ve korkuya boyun eğmedik, eğmeyeceğiz.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.


Bugün için kayıtlı nöbetçi eczane bilgisi bulunamadı.