En büyük şansımızdı belki 80’lerde çocuk olmak. Market raflarından oyuncak araba seçmek yerine, telden, tuğladan, tahtadan arabalar yaptık kaportasını duvara sürterek. Babamın mesleği icabı eski mazot filtrelerinin göbeğinden bir çubuk geçirip ucuna da sopa takıp 80lerin uzaktan kumandalı arabalarını yaptık kendi ellerimizle ve onları naylon çizmelerimizle sürerken araba sesi çıkardık gırtlağımız yanana kadar, hem de ara gazlı. Erkek çocuğuyduk ya genimizde vardı araba ve araba sevdası. Adeta doğar doğmaz üfleniyordu ruhumuza. Her erkek çocuk, babası araba kullanırken iki koltuğun arasından kafasını uzatıp yola manzaraya bakmazdı; araba nasıl çalıştırılıyor, nasıl yürüyor nasıl hız yapıyor, hep bunların sıralamasını kazırdı zihnine. Bacaklarımız pedallara yetişmeye görsün hemen direksiyona geçip park halindeki arabayı kullanırdık büyük bir zevkle. Deli gibi vites değiştirip direksiyon sallardık; görende ralli yapıyoruz sanırdı. Derken zamanla bu işi teoriye dökme arzusu doğdu ve büyük bir hırsla o arabayı titreye sallaya stop ettire ettire kullanmaya başladık. İlk başlarda park yerini değiştirirsin sık sık. Sorduklarında ‘araba güneşte kalmıştı, gölgeye aldım’ dersin. Sonra trafiğin kapalı ya da seyrek olduğu yerlerde ilk uzun yol deneyimini kazanırsın ve beklenen an; ilk anayol deneyimi. Elin ayağın titriyordur heyecandan ama basarsın gaz pedalına, yanındaki bilirkişiye kendini kanıtlamak istercesine. Sonra kendini 40 yıllık şoför ilan edersin ya işte o özgüvenin tavan yaptığı yerdir. Ufak tefek sürtmeler, çizdirmeler, maddi hasarlı kazalar da yaşanır zamanla ama sen hep iyi şoförsündür. Ehliyet yaşını iple çekersin. 18’ini doldurur doldurmaz hemen yazılırsın kursa ve o ehliyeti cebine koydun mu tek eksik arabanın yedek anahtarıdır artık.
Evin önünden araba kaçırılmaya başlanır bu dönemde. Ehliyet var nasıl olsa ve geri getirildiğinde aynı lastik izine koymak için uğraş verirsin arabayı kaçırdığın çakılmasın diye. Toysun ya, hiç düşünemezsin babanın inerken senin kaçırma ihtimalini düşünüp aracın kilometresini okuduğunu. Arabayı kaçırdığını uzun bir süre sadece sen ve arkadaşların biliyor sanırsın. Derken zamanla izin alırsın arabayı almak için ama gideceğin yeri söylemezsin bu seferde. ‘Nereye gideceksiniz’ diye sorarlar merakla, verilen cevap ise aynıdır; ‘Nereye gideceğiz, buralardayız’ denir hep ama her defasında soluğu ötelerde alırsın. Bu sefer de, gece karanlığında farların ışığına koşup camlara yapışan sineklerden
ele verirsin yakayı. Aynı dönemlerde gösteriş merakı sarar bünyeyi. Hele bir de gönül ilişkileri başladıysa tavan yapar bu merak. Linda Çiçek’ten, Genç Kasetçilikten sevdiğin sanatçıların kasetlerini almaya başlarsın. Bir kâğıda liste yapıp 60’lık 90’lık kasetler doldurtursun; ellerinde olmayan şarkıların üstü çizilen, sonlarında kaset boş sarmasın diye fon müzikleri olan. Ardından aksesuar merakı başlar. Yan aynaların altına Benetton Formula, arka camlara bbs, ön kaputun köşesine maşallah stickerları. Egzoz uçları, koltuk kılıfları, cam filmleri; arka stoplara siyah naylon çorap. Derken hedefler büyür. Abart egzozlar, dar yanak lastikler, 5 kol çelik jantlar, polyester body kitler. Ardından track cd çalarlar ve onların takım arkadaşları; amplifikatör, woofer, 6985 hoparlör, Ts s20 tweeterler çıktığında ise sen dikiz aynasına yaşamış olduğun gençliğin doluluğuna inat boş cd yi çoktan asmışsındır bile eskilerin tabiriyle ununu eleyip eleğini asmak gibi. Bebeklikte başlayıp çocuklukta idrak edilen ve gençlikte yaşanan ama hiçbir zaman doyulmayan bir tutkudur
araba sevdası. Sadece közün üstü örtülmüştür; ne söner ne de eksilir. Üstelik sağlığa da zararlı değildir.
Tanıdık birisi :)
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.