• 4 Mayıs 2012, Cuma 09:24

Şükran’ı ve Çine’yi hep seveceğim

Kent Arşivi Ulu Çınarlar Konuşuyor 18
Hazırlayan:
Arif Ali Uyguç
Fotoğraflar: Emin Aydın

Şükran Güngör
Leman Tunçelli ile röportaj yaptığımızda bize uzun cümlelerle Şükran Güngör’den söz etmişti. Şükran Güngör denildiğinde akla ilk gelen tiyatrodur. Türk Halkı Şükran Güngör’ü, Çine’nin yetiştirdiği birkaç tiyatrodan biri olmasının ötesinde, Yıldız Kenter ile yaşamının sonun kadar birlikte olmasından tanıyor.

Türk Sanat Tarihi’ne Tiyatro Oyuncusu ve Yönetmen olarak geçen Şükran Güngör 1926 yılında Çine’de doğmuştur. Babası Nuri Güngör bir dönem Çine Belediye Başkanlığı ve uzun yıllar Çine CHP İlçe Başkanlığı yapmış olan Şükran Güngör İlkokulu Çine’de okumuştur. Ortaokulu Aydın’da okuyan Güngör Liseyi İstanbul’da İstiklal Lisesi’nde okumuştur. Liseden sonra İstanbul Hukuk Fakültesine kaydını yaptırmış ama mezun olmadan ayrılmıştır.

1951 Yılında Muhsin Ertuğrul’un Küçük Sahne’de tiyatroya başlayan Şükran Güngör kısa bir süre sonra Devlet Tiyatrolarına girmiştir. Birçok oyunda oynayan Güngör, ‘Derya Gülü’ adlı oyun ile Ülkemizi Amerika’da temsil etmiştir.

1961 Yılında Yıldız Kenter’in yönettiği ve Müşfik Kenter’in başrolünü oynadığı ‘ÖFKE’ adlı oyunla Kent Oyuncularına katılmıştır. Bu oyunun sahneye koyulduğu dönemin ardından 1965 yılında Yıldız Kenter ile evlenmiştir. Tiyatro dışında sinemada da başarılı bir grafik çizen ve birçok oyunu yöneten Şükran Güngör 15 Eylül 2002 tarihinde vefat etmiştir. Cenazesi kendi vasiyeti ve ailesi ile ortak karar alan Eşi Yıldız Kenter’in isteğiyle Bodrum Turgutreis’e defnedilmiştir.

Çine ve Şükran Güngör
Şükran Güngör ile Güney Afrikalı Yazar Athol Fugard’ın ‘Umut Şarkıları’ adıl oyun ile Çine’nin adını duyurmak istemişti. 1996 yılı sonunda oyunun Galası niteliğindeki çıkışını yapmış ve Çine’de Umut Şarkıları uyunun Galasını düzenlemişti. Yıldız Kenter’in yönetmenliğini yaptığı Umut Şarkıları oyunu ilk kez Türkiye’de Çine’de sahnelenmiş; görsel ve yazılı basın büyük ilgi göstermişti. Oyun Aydın Valisi, ADÜ Rektörü, Milletvekilleri ve Bakan seviyesindeki büyük bir kalabalık tarafından ilgiyle izlenmiş ve Çine adına erişilmez bir sükse yapmıştı.

Ne olduysa ondan sonra oldu. Ağzını açtığında Çine’yi anan, Yaz tatili için Bodrum’a giderken Çine’ye uğramadan, birkaç gün kalmadan gitmeyen Şükran Güngör, 6 yıl sonra vefat ettiğinde cenazesi Turgutreis’e götürülmüştü.

Herkes Çine için her şeyi yapmaya çalışan bu Sanat adamının Çine’ye küstüğünü söylemeye başlamıştı. Herkes; “O Çine için elinden geleni yaptı ama Çineli onun kıymetini bilmedi, o nedenle küstü” demeye başlamıştı.

Gerçekten de Çine ve Madran Spor’u dilinden düşürmeyen, Çineli olmaktan her zaman gurur duyan bu Sanat İnsanı Çine’ye küsmüş müydü?

Kendisiyle yaptığımız röportajda Ablası Leman Tunçelli kırgındı: “Şükran’a gereken değer verilmedi” diyordu.

O Bir Vasiyetti
Konuyu daha ayrıntılı ve eksiksiz anlamak ve dinlemek için bize yardım edecek kişinin Yıldız Kenter olduğunu düşündük. Konu açıldığında sitem etti Yıldız Kenter: “İnsanlar ‘Umut Şarkıları oyunundan sonra Şükran Güngör Çine’ye küstü, Çine’den uzaklaştı’ dediler” Asla öyle bir şey olamaz, olmamıştır” dedi Yıldız Kenter.

Ardından da saptamasını getirdi: “Şükran Çine’ye küser mi Allah Aşkına? Şükran’ın Turgutreis’e gömülmesinin nedeni çok önceden alınmış bir karardır. Biz birlikte gittik, Turgutreis’den yerimizi ayırttık. Mezar taşlarımızı hazırlattık; benim yerim de onun yanıdır. Şükran ile benim imzalarımız vardır mezar taşlarımızda. Mezarı Mimar Behruz Çinici yapmıştı o zaman. Şu an benim mezar taşında bir kırık var; düzeltilecek. Eski şeklinin kalması gerekmez, değişiklik yapılabilir; biz sanatçıyız.”

Ona, Çine’nin ve Çinelinin vefa borcunun falan olmadığının altını çizen Yıldız Kenter mütevazi yaklaşımıyla olaya noktasını da koydu: “Çine ve Çineli mutlaka seviyordur, düşünüyordur Şükran’ı. Belki bu güne kadar onu anmak için bir şeyler yapmaya cesaret edemediler, bilmiyorum. Geç kalınmış da değil tabii. Atlarız bazen, olması gerekenleri yapmayız, yapamayız. Mazeretimiz vardır. Onun gibi bir şey.

Egzotik Bir İsim Çine
Mart Ayı başında kendisini aradığımızda biz severek kabul edeceğini söylemişti Yıldız Kenter. Randevu için Kenter Tiyatrosunu adres göstermişti. Sevimli, cana yakın ve samimi kişiliğiyle karşıladı bizi.

“Canım Çineliler Hoş Geldiniz” derken hiç de yapmacıklığı yoktu Dev Sanatçının.

Bize ikram ettiği kahvelerimizi yudumlarken  “Ben Çine’nin Geliniyim” dedi.

“Biliyor musunuz ben Çine’yi çok sevdim, Çinelileri çok sevdim. Şükran’ın sevdiği her şeyi çok sevdim. Şükran benim şansımdır, gerçekten. Çok özlüyorum, her gün beraberim zaten. Ona akıl danışırım; ‘şu olay karşısında ne yapardın’ diye sorarım hala kendisine.”

Çine adını ilk kez Şükran Güngör’ün ağzından duşmuş Yıldız Kenter.

“Çine… Bu adı bilmiyordum ben; Şükran söyleyince öğrendim” diyor gülümseyerek. “Şükran bana ‘Çineliyim’ deyince şöyle bir durdum, baktım Şükran’a. ‘Orası nere ki’ diye sordum kendi kendime. ‘Benim yurdumun dışında bir yer mi?’ Çine adı bana çok uzak ülkeleri anımsattı o an; egzotik, Çin’de ya da çok daha uzak yerlerdeymiş gibi algıladım o an. Çine’nin mevcudiyetini Şükran’la öğrendim. Çok hoş bir isim Çine; duyduğum andan itibaren sevdim ben Çine adını ve Çine’yi. Çine adının bir büyüsü, bir cazibesi vardır benim için. Bunun nedeni belki de Şükran’ın memleketi olmasındandır, bilmiyorum. İlk duyduğumda çok hoşuma gitti, değişik geldi o isim bana.”

Hariciyecinin Tiyatrocu Kızı
Ahmet Naci ve Nadide Kenter’in Kızı Yıldız Kenter 1928 yılında doğmuş.

“Annem İngiliz’di benim” diyor Yıldız Kenter. “Babam onunla evlendikten sonra hariciyeciliği bıraktı. Annemin savaşta kaybettiği eşinden bir ağabeyim var. Onunla birlikte; Nedim, Güner, Mahmut, Yıldız ve Müşfik olmak üzere 6 kardeşiz.”

Birçok oyunun yönetmenliğini yapan, Yurtdışında ülkemizi başarıyla yıllarca temsil eden ve 63 yıldır sahnelerde aynı performansla kendini sergileyen Yıldız Kenter hala tiyatrodan ayrılmayı düşünmüyor.

“Bu işin emekliliği olmaz; sanatçı emekli olmaz çünkü” diyor Ulu Çınar. “Karl Ebert bize ders verdiği yıllarda 85 yaşındaydı. Bu işte emekli olunmaz. Dimdik ayaktaydı; kimse ona ‘senin yaşın geçmiş, git köşene otur’ demedi, diyemez.”

Röportajımızı bitirdikten sonra bizi akşam sahneye koyacağı ‘Kraliçe Lear’ oyununa davet etti. “İzlemeden giderseniz hatırım kalır” diye de tehditkâr davetini yineledi.
Sıradan insanlar gibi yaşayamadığının altını çizen Kenter, artık sabahları erken kalkamadığından dert yanıyor. “Çok erken kalkardım eskiden ama artık erken kalkmıyorum, kalkamıyorum; yaşlandım galiba” diyor.

“Gece uyanıyorum, birkaç saat uykusuz. Dolaşıyorum, okuyorum falan. Sonra yeniden uyuyorum. Sabahları kalkmam da 8,5 ya da 9’u buluyor. Biraz hareket ediyorum, jimnastik gibi bir şeyler yapıyorum, biraz yürüyorum. Duşumu alıp kahvaltımı yapıyorum ve eğer bir oyunla ilgileniyorsam çalışmaya başlıyorum. Bu aralar Williams’ın ‘Geçen Yaz Birdenbire’ Oyunu var, onunla ilgileniyorum. Birkaç provadan sonra koyacağız kenara; önümüzdeki yıl sahnelenecek bu oyun, bir terslik olmazsa” diyor gelecek yılın programından söz ederek.

İlk Birlikte Çalışma Teklifi
Şükran Güngör ile tanışmasının Muhsin Ertuğrul’un Küçük Sahne’sinde olduğunu hatırlatıyor Yıldız Kenter. “Küçük Sahne’de ‘Dünkü Çocuk’ oyununu oynuyorlardı” diyor ona anı hatırlayıp gülümseyerek. “Onu sahnede izlemiştim; o zaman tanıştık. Sade, gerçekçi ve dürüst bir oyuncuydu. Hiçbir numarası yoktu; bu Şükran’ın karakterinin de bir şeklidir. Şükran benim tanıdığım en doğrucu, en gerçekçi, sapına kadar dürüst, en apaçık insanlardan biriydi. Çok farklı, önemli özellikleri olan bir duruşu, dimdik bir şekli vardı Şükran’ın. Korkusuzdu, ödün vermezdi ama hiç küstahlık etmedi. Benim sevgilimdi; ömrüm boyunca sevgilim olarak kaldı. Ölünceye kadar da öyle kalacak.”

Daha sonra Şükran Güngör’ü izlemeyi sürdürmüş Yıldız Kenter. Onun Devlet Tiyatrolarına girdiği zamanlardaki sahneye koyduğu oyunları sürekli izlemiş.

“Bir gün ‘Öfke’ oyununu sahneye koyuyorum” diye başlıyor Şükran Güngör’le birlikteliğinin başlamasının öyküsünü anlatmaya. “Şükran o zaman Devlet Tiyatrolarında. Üç kişilik bir oyun; Müşfik başrolü oynayacak. Diğer rol için ben Şükran’ı çok istedim. Kabul etti ve böylece birlikte bir yaşam başlamış oldu. Onu istememin nedeni Şükran doğru, doğrucu bir oyuncuydu. Onun oyunculuğunda en küçük yapaylık, sahtelik olmamıştır. Hep öyle dik dururdu sahnede. Onun oyunculuğuna her zaman saygı duydum, hayranlık duydum. O nedenle Öfke’de birlikte olduk. Müşfik ile çok iyi uyum sağlamıştı o oyunda. İki karakter tezat kişiliklerdi. Çok iyi sağladılar o tezatlığı; çok iyi bir komedi çıkardılar. Benim ilk yönetmenlik deneyimim Şükran’la Müşfik sayesinde başarıya ulaşmış oldu.”

Öfke İle Gelen Öfke
Oyunun provaları sırasında bazı tatsızlıkların yaşandığını hatırlatıyor Yıldız Kenter. “Oyunda enteresan gelişmeler yaşandı. Oyun öyle, pat diye çıkmıyor ortaya. Benin ilk rejilik deneyimim. Öğrendiklerimi uyguluyorum çalışırken. Şükran benim aldığım eğitim almamış; alaylı, saraylı olayı çıkıyor ortaya. Doğuştan gelen bir yetenek vardı Onda.”

Şükran Güngör çalışmalar sırasında Kenter’in davranışlarını katlanamamış ve oyundan ayrılmaya karar vermiş.

“Benden kaynaklandı sanırım” diyor Yıldız Kenter. “Sürekli olarak, ‘Onu öyle yapmayalım’ gibi, ‘şunu şöyle yapılım’ gibi, deyim yerindeyse ukalalık yaptım, abarttım biraz da sanırım. Bir gün bir telgraf geldi bana. ‘Ben bu rolden affımı rica ediyorum’ diye oynamayacağını bildirdi. Kısa süre sonra hiçbir şey olmamış gibi telefon ettim ve ‘Sizi yarın provaya bekliyoruz, prova şu saatte’ dedim ve kapattım. Ertesi günü geldi; sarıldık birbirimize. Sonra da âşık olduk birbirimize” diyor gülümseyerek.

Gününün tamamını birlikte geçirdiği ve 2. kızım dediği Esma Abla söze karışıyor o ara: “Bana da anlatmıştı Şükran Ağabey’ diyor. ‘Şöyle yapıyorum, olmuyor, böyle yapıyorum olmuyor, çekip gittim’ demişti bana.”

Evlilik ve Yüzyılın Aşkı
O olaydan kısa bir süre sonra evlenmiş İki Koca Dev. “Şükran’ın ailesini çok sevdim” diyor Yıldız Kenter. “Annesini, babasını çok sevdim. Kardeşlerini çok sevdim. Onlar beni bağırlarına bastılar.”

Evlendiklerinde, önceki eşinden bir kızı varmış Yıldız Kenter’in.

“Onu asla sorun etmedi” diyor Kenter. “Ailesi de kabullendiler. ‘Aman, oğlumuz çocuklu bir kadın almış’ demediler. İyi ki de demediler, çünkü Şükran’ın çocuğu olmadı. Ben çok istedim ondan bir çocuğum olmasını ama olmadı. Çocuğunun olmaması onun için asla sorun olmadı. O benim kızıma babalık etti.”

Kızı Leyla Kenter’e hiçbir telkinde bulunmadığını altını çiziyor Yıldız Kenter. “İlk evlendiğimizde Leyla küçüktü daha” diyor. “İlk başlarda ‘Şükran Bey’ diye seslendi. Sonradan ‘Şükran Amca ve Şükran Ağabey’ demeye başladı. Sonradan ‘Şükran Baba’ dedi. İlk baştan biliyordum: Şükran Leyla’yı sevecek ve Leyla Şükran’ı çok sevecek. Bunu biliyordum; ilk baştan tereddüdüm yoktu sizin anlayacağınız. Leyla’ya bir gün olsun ‘baba’ de demedim. Kendiliğinden gelişti olaylar ve taşlar yerine oturdu.”

Ona olan aşkının hiç eksilmeden devam ettiğinin altını çiziyor Yıldız Kenter. “Şükran’la geçen her güne özlemim var benim” diyor Onu Çine ile özdeşleştiriyor: “Çine’de birlikte geçirdiğimiz günlere ayrı bir hasretim. Çünkü Çine’ye gittiğimizde Şükran’a garip bir mutluluk gelirdi. Orada ikimizi de el üstünde tutarlardı. Çine’nin neyi meşhursa pişirilir, getirilirdi. Konu komşu harekete geçerlerdi; yiyecekler getirilirdi tabaklar dolusu. Biz ne zaman Çine’ye gitsek orada bir bayram yaşanırdı. Çine demek bayram demekti. O nedenle Çine’ye gitmekten her zaman çok hoşlandım.”

Tiyatrocu Şükran Güngör
Sanat dünyasında ‘Şükran Güngör, Yıldız Kenter ile evlendikten sonra tiyatroda başarıyı yakaladı’ gibi bir düşüncenin hâkim olduğunu hatırlatıyorum Ulu Çınar’a.
“Şükran Güngör benimle tanıştığında vardı zaten” dedi heyecanla. “Şükran Küçük Sahne’de Muhsin Beyle (O dönemde Agâh Hün, Heyecan Başaran, Karman Yüce gibi isimler sahne alıyordu Küçük Sahne’de) çalışmaya başladığı günden itibaren duruşuyla, efendiliğiyle, çalışma gücüyle, kendini yenileme ve daha iyiye, daha güzele ulaşma azmiyle yaşamış biri olarak kendini göstermişti. Hep öğrenirdi, hep öğrenmek isterdi. Hep kendini düzeltirdi; düzeltebilirdi.”

“Şükran Güngör benim için daima etkileyici bir kişiliğe sahipti” diyor ardından, onun sanatçı kişiliğinin büyüklüğünü anlatmak istercesine. “Onu ilk seyrettiğim zaman etkilenmiştim. O beni her zaman oyuncu kişiliğiyle etkilemiştir. Beni korkutan, etkileyen bir oyunculuk kişiliği vardı onun. O benim şansımdı; çok müstesna bir insandı O.”

“Çine adı geçtiğinde Şükran’ın içinde aşk uyanırdı” diye yineliyor Dev Oyuncu. “Çine adı geçtiğinde onun gözleri parlardı; aşkı ortaya çıkardı o an. Çine’yi hep sevdi Şükran. Ailesine ve Çine’ye hep bağlı kaldı. Onun en çok saygı duyduğum yönlerinden biridir bu.”

Oyunculara Tiyatro Dersi
Yalçın Dinçer ile tiyatro yaptığımız günlerden ve bıraktığımdan söz ediyorum Yıldız Kenter’e.

“Neden bıraktın ki” diye soruyor.

Anton Çehov’un ‘Tütünün Zararları’ oyunun oynarken göğsüme yerleştirilen köstekli saatle sahneye çıktığımı, oyun arasında kolumdaki kol saati fark ettiğimi anlatıyorum. “Seyirciye bu haksızlığı yapmam doğru olmadı. Böyle bir dikkatsizliğin gözden kaçması affedilir gibi değildi. Bu olaydan sonra tiyatroyu yapamayacağımın kararına vardım.”

Kızıyor bana Güçlü Oyuncu. “Sahnede hata yaparsınız; sahne hatasız olmaz” diyor hayıflanarak. “Biz bile, bu kadar uzun yıllar sonra ne çamlar deviriyoruz. Sahne varsa hata da vardır; doğaldır bu. Hatasız oyun olmaz ki.”

63 senedir profesyonel olarak sahnede olduğunu hatırlatıyor ve ekliyor: “Hala hatalar yapıyoruz, yaparız yani. Mesele oyuncunun kendisini yakalamasını öğrenmesi, bilmesi, durdurabilmesi; ardından da kendini eğitip yola yeniden koyulabilmesi. Öğrenciliğiniz hiçbir zaman bitmez. Çine’de tiyatro aktivitelerini sürdürün, bırakmayın. Tiyatro heyecan, aşk işidir.”

İnsano5ğlunun doğuştan oyuncu olduğunun altını çiziyor. “Ne yazık ki kaybediyoruz onu” diyor. “Oyunculuğu asıl bilen çocuktur; onun oyunculuğunu izlemeden kimse oyuncu olamaz. Oyunculuğu çocuktan, hayvandan öğreneceksin; ne oyuncudurlar onlar.”

Çine Topçam Madran Suyu
Kendisine götürüp ikram ettiğimiz Topçam Madran Suyu’nu eline alıyor ve pet şişeyi bağrına basıyor.

“Yazlığa gittiğimde hep Topçam Madran Suyu içeriz” diyor. “İstanbul’da bulamıyoruz elbette. Şükran ile Çine’den yazlığa geçerken bidonlarla su götürürdük ama bir süre sonra biterdi elbette. Ben çok severim Topçam Madran Suyunu. Bodrum’a gittiğimizde sürekli o suyu içiyoruz.”

Çine suyu ile anımsadıklarını anlatıyor ardından Yıldız Kenter ve ardından çok önemli olan şu açıklamayı yapıyor:

“Ben saçlarımı seven bir insanım; çok güzel saçlarım vardı. Hala da idare ediyor beni. Orada, o suyla saçlarımı yıkadığım zaman şampuana falan gerek kalmazdı. Zeytinyağlı sabunla yıkasanız da çok güzel durur saçlarınız. İnanılmaz bir suyu vardır Çine’nin; billur gibi.”

Karşılıklı Sözleşme
Sohbetimizin sonunda Yıldız Kenter ile birbirimize en kısa zamanda yeniden bir araya gelme sözü veriyoruz.

“Bu yıl Şükran Güngör’ün ölüm tarihi olan 15 Eylül günü sizi Çine’de görmek istiyoruz” diyorum. “Gelin, Sizin kadar Bizim de sevgilimiz olan bu unutulmaz insanı o gün birlikte analım.”

Yıldız Kenter’in gözleri doluyor ve bana sarılıp; “Seve seve gelirim” diyor. “Hepinizi çok seviyorum. Tüm Çine’ye, Çinelilere selamlarımı götürün.”

(BU ÇALIŞMA ÇİNE BELEDİYESİ’NİN KATKILARIYLA HAZIRLANMAKTADIR)

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.

Bugün için kayıtlı nöbetçi eczane bilgisi bulunamadı.