Forum Aydın AVM’nin katkılarıyla hazırlanan Uzmanına Sor programında bu hafta iç hastalıkları ve çağımızın sağlık sorunları masaya yatırıldı. İç hastalıkları uzmanı Uzm. Dr. Türker Yılmaz, kronik yorgunluktan vitamin kullanımına, obeziteden GLP-1 “zayıflama iğneleri”ne, karaciğer yağlanmasından tiroid ve tansiyon hastalıklarına kadar pek çok konuda merak edilen soruları yanıtladı.
Programda, modern yaşamın getirdiği “sürekli yorgunluk” halinin, yanlış vitamin kullanımı ve sosyal medyada yayılan sağlık bilgisi kirliliğinin altı çizildi. Yılmaz, “ilaç” olarak pazarlanan her bilginin peşinden gitmek yerine hekimlere başvurulması gerektiğini vurguladı.
“BİR İÇ HASTALIKLARI UZMANI SAÇ TELİNİZDEN AYAK PARMAĞINIZA KADAR İLGİLENMEK ZORUNDA”
İlk olarak iç hastalıkları uzmanlarının ne yaptığına değinen Yılmaz, branşının genişliğini şöyle anlattı:
“İç hastalıkları çok geniş bir alana bakan bir branş aslında. Temel olarak diyafram kasımızla göbek delimizin bir el altına kadar olan bölge iç hastalıklarının ana bölgesi. Oradaki bütün organlar, iç organlar bizim ana alanımız. Ama bir iç hastalıkları uzmanı saç telinizden ayak parmağınıza kadar birçok sorunla ilgilenir.”
Birçok branşla kesiştiklerini hatırlatan Yılmaz, “Biz bir cilt doktoru değiliz ama saç dökülmenizin sebeplerinden birçoğu bizim iç hastalıklarımızla ilgili konular. Kulak burun boğaz uzmanı değiliz ama boğazınızdaki tiroid bezi bizimle ilgili. Beyin doktoru değiliz ama beyninizdeki hipofiz dediğimiz küçücük bölge yine bizim konumuz. Birçok romatizmal hastalık da iç hastalıklarının alanına giriyor.”
diyerek, dahiliyenin “geniş perspektif” gerektiren bir branş olduğunu söyledi.
Bu nedenle bir dahiliyecinin kadın doğumdan ürolojiye, göz hastalıklarından romatolojiye kadar birçok alanla ilgili temel bilgisi olması gerektiğini vurgulayan Yılmaz,
“Bir insanın her şeyi bilmesi mümkün değil ama iç hastalıkları uzmanının genel perspektife daha çok hakim olduğunu söyleyebiliriz.”
ifadelerini kullandı.
“EN SIK ŞİKÂYET: YORGUNLUK – İLK BAKILACAK YER TAHLİL DEĞİL, UYKU VE YAŞAM TARZI”
Polikliniğe en sık hangi şikâyetlerle başvurulduğuna ilişkin soruyu yanıtlayan Yılmaz, tabloyu net şekilde özetledi:
“En sık gördüğümüz şikâyet yorgunluk herhalde. İlk şikâyeti olmasa bile yorgunluk mutlaka eşlik ediyor. Karın ağrısı, mide bulantısı, kilo alma, obezite, şeker bozuklukları, tansiyon yükseklikleri… Ama galiba en çok yorgunluk.”
Bu yorgunluğun sebeplerini anlatırken ise önceliğin kan tahlillerinde değil, yaşam alışkanlıklarında olması gerektiğini vurguladı:
“Günümüzde en sık sebep uyku bozuklukları ve kötü yaşam tarzı. Hep altında kötü beslenme, kötü yaşam tarzı, kötü uyku var. Biz ise hemen ‘tahlil yaptırayım, bende başka ne var’ diye düşünüyoruz. Önce hastanın iyi uyuyup uyumadığına, doğru yaşayıp yaşamadığına, doğru beslenip beslenmediğine bakmak lazım.”
Elbette altta yatan başka hastalıkların da olabileceğini ekleyen Yılmaz, “Kansızlık, vitamin eksiklikleri, kronik hastalıklar, şeker hastalığı, romatizmal hastalıklar da yorgunluğun sebeplerinden olabilir. Bunlar da araştırılmalı ama en bariz konuyu düzeltmeden, yaşam kalitesini toparlamadan yorgunluğun sebebini kapı kapı gezip aramanın çok gerekli olduğunu düşünmüyorum” dedi.
“VİTAMİNLER HERKESE DEĞİL, SADECE EKSİK OLANA FAYDALI”
Programda vitamin kullanımıyla ilgili yoğun ilgi ve yanlış inanışlar da masaya yatırıldı. Yılmaz, “her vitamin herkese iyi gelir” düşüncesinin yanlış olduğunun altını çizdi:
“Kesinlikle herkes vitamin kullanabilir diye bir şey yok. Vitamin alıp uzun yaşama duygusuyla sürekli vitamin peşinde koşan hastalar var ama gösterilen şey şu: Eksikse işe yarıyorlar. Eksikliği gösterilmiş bir vitamini takviye ederseniz faydalı. Eksiklik gösterilmemişse ‘ben öyle hissediyorum, bende bu vitamin eksik’ diye tedavi verilmez.”
Kontrolsüz vitamin kullanımının zararlı olabileceğini vurgulayan Yılmaz çarpıcı bir örnek verdi:
“A vitamini eksikliğinde körlük yaşarsınız ama yüksek doz A vitamini aldığınızda da siroza gidersiniz. Yani vitaminlerin fazlalığı da zararlıdır. Ezbere vitamin kullanmanın hiçbir manası yok.”
Uzun yaşam vadeden takviye trendlerine de değinen Yılmaz, “Bu takviyelerin çoğunun çalışmaları 40–50 gün yaşayan meyve sineği üzerinde. 80 yıl yaşayan insan için ‘kaç yaşında başlayacağız, kaç yıl vereceğiz, kestiğimizde ne olacak’ gibi soruların net cevabı yok. Omega 3 bile yıllardır kullanılıyor ama sağlığınıza şu net faydayı gösterdi diyebileceğimiz kesin sonuçlara tam olarak ulaşamadık. Eksikse takviye edelim ama değilse gerek yok” dedi.
BAĞIŞIKLIK, SIK HASTALANMA VE “YAŞAM TARZI ÜÇLÜSÜ”: UYKU – BESLENME – HAREKET
“Sürekli hastalanıyorum, toparlanamıyorum” diyen hastaların da çok olduğunu belirten Yılmaz, önce tabloyu doğru tanımlamak gerektiğini söyledi:
“Göz akıntısı, burun akıntısı gibi alerjik bulgularını ‘sık hastalanıyorum’ diye algılayan çok kişi var. Önce alerji mi, gerçek enfeksiyon mu ayırmak lazım. Alerjik değil ama gerçekten sık hastalanıyorsa en sık sebep yine uyku düzensizliği, kalitesiz yaşam düzeni ve kötü beslenme.”
Genetik veya sonradan gelişen bağışıklık sistemi hastalıklarının da olabileceğini vurgulayan Yılmaz, “Hasta hastaneye yatmasını gerektirecek kadar sık hastalanıyorsa bağışıklık sistemini etkileyen hastalıklar var mı yok mu diye araştırılabilir. Ama ‘sık hastalanıyorum’ diye gereksiz takviyeler almanın hiçbir faydası yok. Önce gerçekten sorun var mı, sonra sebebi ne, sonra tedavisi ne buna bakmak lazım.” ifadelerini kullandı.
“HAYAT TARZI DEĞİŞİKLİĞİ BİRÇOK HASTALIKTA İLAÇTAN DAHA ETKİLİ”
Obezite, diyabet ve tansiyon gibi hastalıklarda “hayat tarzı değişikliğinin” kritik rolüne dikkat çeken Yılmaz, bir hastasını örnek göstererek şunları söyledi:
“Bir hastam vardı, şekeri inanılmaz derecede yüksekti. Tedavisini başladık, insülin verdik, hayat tarzı değişikliklerini anlattık. Yaklaşık 1,5–2 ay sonra insülini bıraktı, 3–4 ay sonra hapı bıraktı, 8–10 kilo verdi. Çok ağır bir tablodan, sadece hayat tarzını değiştirerek ilaç kullanmayan bir diyabet hastasına dönüşmeyi başardı.”
Bu örneğin tesadüf olmadığını belirten Yılmaz, “Hayat tarzı değişikliği tansiyon için de, şeker için de, obezite için de çok önemli. İyi uyku, düzenli yürüyüş, kilo kontrolü, gece yemelerini kesmek, Akdeniz tipi beslenme… Bunlar olmadan sadece ilaçla sürdürülebilir bir tedavi mümkün değil.” dedi.
HİPERTANSİYON ARTIK ÇOCUK YAŞTA: “EN BÜYÜK SEBEP HAREKETSİZLİK VE FAST FOOD”
Tansiyonun sadece yaşlı hastalığı olduğu yönündeki algının artık gerçekliği yansıtmadığını belirten Yılmaz, “Günümüzde neredeyse çocuk seviyesinde tansiyon görmenin en sık sebebi çocukların çoğunun ‘bilgisayar sporu’ yapması. Aşağı oynamaya iniyorlar ama 5–6 arkadaş oturup telefonda oynuyorlar. Çok küçük yaştan hareketsizliğe başlıyorlar.” ifadelerini kullandı.
Buna eşlik eden diğer faktörleri ise şöyle sıraladı:
“Obezite erken yaşta başlıyor, sağlıksız gıdalar ön planda. Erken yaşta alkole başlayan, enerji içeceklerine çok kolay ulaşan bir nesil var. Çok tuzlu tüketiyoruz. Fast food’ların içindeki yapay tuzlar, daha küçük yaşlarda böbrek üstü bezinizi uyararak tansiyon hastalığına yol açıyor.”
Tansiyonun sinsi bir hastalık olduğunu vurgulayan Yılmaz, “Tansiyonunuz yıllar içinde 12’den 13’e, 14’e, 15’e çıkıyorsa hiçbir şey hissetmeyebilirsiniz. Hasta geliyor, tansiyonu 17, ‘hiç baş ağrım yok ki’ diyor. Bu, hastalığın olmadığı anlamına gelmiyor. Uzun vadede kalp, böbrek, göz ve beyin için ciddi risk demek.” uyarısında bulundu.
KARACİĞER YAĞLANMASI: “VÜCUDUN SANA ‘GERİ ADIM AT’ DEDİĞİ IŞIK”
Son yıllarda sık duyulan karaciğer yağlanmasının en önemli sebebinin insülin direnci ve metabolik sorunlar olduğunu belirten Yılmaz:
“Karaciğer yağlanmasının en sık sebebi insülin direnci ve buna bağlı gelişen şeker hastalığı. Yüksek doz insülin karaciğerinizde yağlanmayı artırarak uzun vadede bunu siroza kadar götürebilir. Bazı ülkelerde en sık sebep alkol, bizde insülin direnci daha önde.” dedi.
Karaciğer yağlanmasının genellikle hastanın kendisi tarafından hissedilmediğini söyleyen Yılmaz, “Genellikle tahlillerde karaciğer testlerinin yüksekliği ile ya da başka sebeple yapılan ultrason sırasında fark ediyoruz. Karaciğer yağlanması sadece karaciğere zarar vermiyor, bize ışık da tutuyor. Bir insanın karaciğeri yağlanıyorsa kalp çevresi de yağlanıyordur, damarlarında da tıkanıklık başlamıştır. ‘Geri adım atmalısın, kötüye gidiyorsun’ diyen bir uyarı aslında.” ifadesini kullandı.
Tedavide de yine yaşam tarzı öne çıkıyor:
“En önemli nokta insülini düşürmek. Sorun yağ değil, kontrolsüz karbonhidrat. Özellikle işlenmiş, beyazlatılmış karbonhidratlar; şeker ve un insülini yükseltiyor. Karbonhidratı azaltmak, düzenli yürüyüş yapmak, kilonun yüzde 8–10’unu yavaş yavaş vermek karaciğer yağlanmasında ciddi gerileme sağlar. Çok hızlı kilo verirseniz tam tersine yağlanma artar.”
GLP-1 “ZAYIFLAMA İĞNELERİ”: “TREND YENİ, İLAÇ ESKİ; KOMŞUDAN KALEM ALMAK TEDAVİ DEĞİL”
Programın en merak edilen başlıklarından biri de son dönemin en çok konuşulan ilaçları GLP-1 analogları, yani kamuoyunda bilinen tabirle “zayıflama iğneleri” oldu.
Bu ilaçların sanıldığı kadar “yeni” olmadığını anlatan Yılmaz:
“Bu ilaçların kullanıma girmesi 2005, yani 20 yıl oldu. GLP-1 molekülünün keşfi 1980’lere dayanıyor. İlk ilaç çalışmaları 1990’ların başı. Bugün çok popüler olanlardan biri 2017’de, diğeri 2022’de kullanılmaya başladı. Yani sizler için yeni trend, bizler için değil.” dedi.
Yıllar içinde bu ilaçların etkilerinin yakından izlendiğini vurgulayan Yılmaz, “Bu 20 yıl içinde böbreğe, karaciğere, kalbe, mideye etkisini yavaş yavaş öğrendik. Araştırma süreçleri çok uzun ve bu konuda doluyuz. Güvenilirlik açısından baktığınızda evet, güvenilir ilaçlar ama her ilacın yan etkisi olduğunu unutmamak lazım.” diye konuştu.
GLP-1’in her kilo vermek isteyen kişiye verilemeyeceğini özellikle vurgulayan Yılmaz:
“Bu ilaçlar obez hastalar ve şeker hastalığı olan, ek risk faktörleri bulunan kilolu hastalar için. Bilimsel kriterlere göre karar veriyoruz. Komşu kullanmış, elinde kalem artmış, ‘onu bana da yap’ diye bir durum yok. Obezite tedavisi böyle bir şey değil.”
Yan etkilerle ilgili endişelere de değinerek, “En sık yan etkisi bulantı, şişkinlik, kabızlık gibi sindirim sistemi şikâyetleri. Geçmişte pankreas iltihabı riski çok konuşuldu ama normal toplumla bu ilaçları kullananlar arasında pankreatit görülme sıklığı açısından fark gösterilemedi. Daha önce pankreatit geçirmiş hastalarda dikkatli kullanılması gerektiği uyarısı var. Ailesinde medüller tiroid kanseri olanlarda ise kullanmıyoruz. Bu yüzden ben başlamadan önce mutlaka tiroid ultrasonu ve ilgili testlere bakıyorum.” dedi.
“Bu ilaçla verilen kilolar geri gelir mi?” sorusuna ise net yanıt verdi:
“Hayat tarzınızı değiştirmiyorsanız ne yaparsanız yapın geri alırsınız. Mide ameliyatı da olsanız, sadece diyet de yapsanız, ilaç da kullansanız yaşam tarzını değiştirmediğiniz sürece başa dönersiniz. O yüzden en kritik nokta iyi uyku, düzenli hareket ve sürdürülebilir sağlıklı beslenme.”
TİROİD HASTALIKLARI, CHECK-UP VE “İNTERNET DOKTORLUĞU”
Programın ilerleyen bölümünde tiroid hastalıkları ve check-up kültürü de ele alındı. Tiroid problemlerinin çağımızda daha sık görüldüğünü belirten Yılmaz, bunda artan görünmez radyasyon, stres ve otoimmün hastalıkların rolü olduğuna dikkat çekti:
“Çevremizde görünmez bir radyasyon ağı giderek artıyor. Bu tiroid problemlerini, tiroid kanserlerini artıran önemli etkenlerden biri. Otoimmün hastalıklar da artıyor. Vücudun kendi kendine saldırdığı Hashimoto gibi hastalıkları daha sık görüyoruz.”
Tiroid bezinin az çalışmasında kilo alma, saç dökülmesi, kabızlık ve mental yavaşlama gibi bulgular; fazla çalışmasında ise çarpıntı, sinirlilik, kilo kaybı ve uyku bozuklukları görüldüğünü anlatan Yılmaz, bu şikâyetlerin ciddiye alınması gerektiğini vurguladı.
Check-up içinse şu uyarıda bulundu:
“Günümüzde eskisi kadar zor değil hekime ulaşmak. Eğer kronik bir hastalığınız yoksa ve 30 yaşını geçtiyseniz yılda bir kez rutin kontrollerinizi yaptırmanızı öneriyoruz. Komşum yaptırdı, ben de yaptırayım değil; hekiminizle birlikte sizin için uygun planı oluşturmak önemli.”
“BİLİM BİLGİYLE GÜZELDİR; SOSYAL MEDYAYLA BİLİME ULAŞAMAZSINIZ”
Programın sonunda, sosyal medyada dolaşan sağlık içeriklerinin yarattığı bilgi kirliliğine dikkat çeken Yılmaz, en sert uyarılarından birini yaptı:
“Valla her şeye inanıyoruz. Bir taraftan yanlış bilgiyi satmaya başladığınızda öbürleri de satmaya başlıyor. Beş kişi birden aynı şeyi söyleyince doğru gibi geliyor. Bir de sosyal medyacı birinin akrabası bir takviye ürün üretiyor; o taraftan sürekli o ürünle ilgili video çıkıyor karşınıza. ‘Ben kullandım, çok iyi geldi’ diyor ama üretici zaten akrabası.”
Trend takviyelerin dalga dalga geldiğini hatırlatan Yılmaz, “Bir dönem kolajen modaydı, şimdi azalıyor. Sonra magnezyum modası çıktı, o da yavaş yavaş kayboluyor. Sürekli yeni bir şey pompalanıyor. Bilim bilgiyle güzeldir. Sosyal medyayla bilime ulaşamazsınız.” dedi.
Son sözlerini ise şöyle özetledi:
“Eğer o konuda bilginiz varsa açıp bilimsel makaleleri okuyarak doğru kanıya varabilirsiniz. Anlayamıyorsanız ki bu da çok normal, hekiminize bırakın bu işi. Herkes bildiği işi yapsın.” (FATMA AYDIN)





















ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.