• 27 Kasım 2012, Salı 09:24

Leyneli Kamyoncu Salih Enişte

Kent Arşivi: 42
Hazırlayan: Arif Ali Uyguç
Fotoğraflar: Emre Akkurt

İl vardır; oraya ilk gelip yerleşenlerin adıyla anılır: Karaman gibi. Konar Göçer Yörükan Taifesinden bir aşirettir Karamanlar.
İlçe ya da kasaba vardır; yine ilk gelip yerleşenlerin adıyla anılır: Saruhanlı gibi. Yörükanı Türkmen Taifesinden bir aşiretin kurduğu kasabadır burası.
Köy vardır, ilk konan aşiret, oymak ya da cemaatin adıyla anılır: Ovacık gibi. Türkmen Taifesinden bir cemaattir Ovacıklılar.
Çine için söylenen ‘Göçmen Kasabası’ sözü tamamen doğru; ilk yerleşenlerden günümüze nüfusun tamamı dışarıdan gelenlerden oluşuyor. Yani Çine’nin ilk yerlileri, ilk kurucuları bir aşiretin, oymağın ya da cemaatin insanları değildirler. Çalışmak için, iş bulmak uğruna gelip yerleşilmiş bir alandır Çine. İlk gelenlerin ardından gelip yerleşenler de benzer nedenlerden Çineli olmuşlardır.
Bu gün, bu güne kadar masaya yatırdığımız kişi ve göç yollarına bir yenisini ekliyoruz: Röportaj yaptığımız kişi Salih Aydın. Nam-ı diğer Leyneli Kamyoncu Salih Enişte.
Salih Aydın, doyduğu yeri, doğduğu yere tercih eden yüzlerce Çineliden biri. İlk başta, ‘Hanım Köylü’ gibi bir görüntü sergilese de, ekmek kavgasının arkasından doğduğu yerleri terk edip gelen Çinelilerden bir O.

Seyis Ahmet’in Torunu
Salih Aydın 1936 doğumlu. Muğla’nın Yatağan İlçesi, Turgut Beldesinde (Leyne) dünyaya gelmiş. Seyisler Sülalesinden. Dedesi Turgut’a Pisi’den göç etmiş. Pisi’de yıllarca Ağaların yanında devecilik ve seyislik yaptığı için sülaleye bu lakap takılmış. Salih Aydın’ın Babası Seyis Ahmet’in Oğlu Cafer olarak anılıyor. Aydın’ın Annesi yine Leyneli bir ailenin, Şailler Sülalesinin Kızı.
Pisi’den Leyne’ye neden geldiklerini bilmiyor Salih Aydın. Sülale Turgut’a geldiğinde işçi, amele konumunda gelmiş. Çalışan, el emeği ile yaşamını sürdüren bir aile olarak biliniyor Seyisler.

Çiftçilik ve Fırıncılık
Seyis Cafer’in üç çocuğundan biri Salih Aydın. Ablası evlenip Muğla’ya göç etmiş.
Salih Aydın İlkokulu Leyne’de okumuş. Her Leyneli çocuk gibi o da tarımla savaşan bir geçmişe sahip.
“Çiftçilik yapardık” diyor.
“Buğday ekerdik. Arpa, çavdar, gumdarı ekerdik. Leyne’de başka ne yetişir ki? Ektiğimiz ekin de kendimize yetecek kadar olurdu. Fazlasını ekecek yer bulmak ne mümkün. Artısı o dönemde alternatif tarım diye bir şey yok. Yer fıstığı, mısır darısı, pamuk gibi tarım ürünleri de yok.”
Sınırlı şartlarda geçen çocukluğunun ardından fırıncılık mesleğine başlamış Salih Aydın.
“Gençliğe geçtiğimiz yaşlarda Ağabeyimle fırın işine başladık” diyor.
“Askerden önce fırıncılık yaptık ağabeyimle. O zamanlar modern fırınlar yok; taş fırınımız vardı. Bir çuval undan ekmek yapar, gün boyunca ancak satardık. O zamanlarda çoğu insan evinde yapıyor ekmeğini, fırın ekmeği ihtiyaç olduğu zaman alınıyor; şimdiki gibi fırın ekmeği satılmıyor. Ekmek yapmak için dağdan odun edip getiriyoruz; eşekle, atla. O odunlarla pişiriyoruz ekmeği fırında.”
Fırıncılık işinde kazandıkları üç beş kuruşun arkasında Orman Yolu İşçileri var Salih Aydın’ın.
“O günlerde orman yolu çalışmaları başladı bizim Leyne’de. Şimdiki gibi dozer, iş makinesi yok. Yol el emeğiyle, bilek gücüyle yapılıyor. 500’e yakın amele çalışıyor yol işinde. Bir gün dağa oduna gittim. Gelirken yolda işçilerle karşılaştım. Ayaküstü sohbet sırasında fırıncı olduğumu söyledim. Başlarında Muharrem Çavuş var; soyadını hatırlayamayacağım şu an. O kendilerine ekmek yapıp yapamayacağımı sordu. O gün onunla anlaştık ve biz onlara günde 200 ekmek götürmeye başladık. O yol uzadı, Katrancı’ya kadar yapıldı o zaman. Fırın işinden kazandığımız paranın bereketini o zaman gördük.”

Çineli Pazarcılar
Leyne, Çineli esnaf için her zaman potansiyel bir pazar olmuş. Çineli esnaflarla yaptığımız röportajlarda Leyne adıyla, Akçaova ve Karpuzlu kadar çok karşılaştık.
“O zamanlar Yatağan’da öyle doğru dürüst Pazar kurulmazdı” diyor Salih Aydın.
“O bölgede kurulan en iyi pazar Leyne Pazarıydı. Çevre ilçelerden olduğu gibi Çine’den de otobüslerle, kamyonlarla pazarcılar gelirdi. Pazar fazla büyük değildi. Bizim fırının olduğu sokakta kurulurdu Pazar. Onlarla ilişkimiz iyiydi. O zamanlar Çine’den pazarcı getiren Karababalar vardı, Reşat vardı; otobüsçü. Onlar getirirdi pazarcıları. Birçok pazarcı gelirdi ama şu an hatırlayamıyorum hepsinin ismini. Übbüller gelirdi mesela. Ebbeş Mehmet, Sarı Mustafa gelirdi, hatırladığım. Onlar öğle yemeği için bize uğrarlardı.”

Hacı Ana
“Çine’den gelenlerin arasında Dalaklının İsmet’in anası vardı, Çulfuların Cavit’in anası vardı” diyor Salih Aydın
“Bunlar Çine’den peynir satmaya geliyorlardı o dönemlerde Leyne’ye. Bizim fırının önüne yayılıyorlardı. Anası peynir satardı, İsmet kendisi helva ekmek satardı tezgâhta. İster istemez dostluk, arkadaşlık oluşuyor senin dükkânının önüne yayılan insanlarla. Aile tanışması da oluyor bu arada.”
Salih Aydın’ın annesi ile Çineli peynirci kadınlar arasında bir dostluk kuruluyor.
“Bu dostluk gidip gelmelere kadar varıyor” diyor Salih Enişte.
“Pazarda işi bittiğinde bizim fırında otururlar ya da eve giderlerdi. Bu ara Çulfuların Cavit’in Anası Anamı Çine’ye davet ediyor. Annem bir Çine ziyaretinde bizim Hanımı görüyor. Cavit’in Anası bizim Hacı Ana. Bizim Hanımla evlilik işini yapan Kadın sizin anlayacağınız.”

Salcılar Sülalesinden
“Bizim Hanım Salcılar Sülalesinden” diyor Salih Enişte.
“Salcıların Aliye’nin Kızı Rabia; Muharrem Salcı’nın Kız Kardeşi. Diğer yandan Osman Efendi’nin Hanımının da Kız Kardeşidir. Hanımın Baba tarafı Dereli Köyü’nden göç eden bir sülale. Onlar Soğancılar tarafında otururlardı. Hocalar Sülalesi denilirdi onlara. Bilinen hocalardı onlar: İsmali Hoca, Arif Hoca vardı kardeşleri. Halil Hocanın Kızı Bizim Hanım.

“Çine’de Oturacaksa Olur”
Çulfuların Cavit’in Anasının aracılığı ile ‘Laf Atmışlar’ Salcıların Kızı Rabia için.
“Olur ya da olmaz, istemiş dil ucuyla; kulaklarına atmışlar Senin anlayacağın. Onlar ‘Tamam, kızı size veririz ama Oğlan buraya göç ederse. Biz Kızı Leyne’ye göndermeyiz’ demişler.”
Salih Aydın’ın ailesi varlıklı bir aile değil. Kız evinin bu dayatmasına verecekleri cevap olumlu olmuş. Evlenmeleri sonrasında Çine’ye göçmeyi kabul etmiş Salih Aydın.
“Leyne’de kalsam ne olacak” diyor Salih Enişte.
“Orada ne iş yapıyorsak burada da aynı işi yapacağız. Ha burada olmuşsun, ha Leyne’de; Bizim için fark etmiyordu.”
Salih Aydın evlenmeden önceden de Çine’yi biliyor.
“Evlenmeden önce bir ay kadar Çine pazarında manavlık yaptım” diyor.
“O zamanlar Pazar Taksi Durağına kuruluyor. Orada manav tezgâhım vardı, bir süre manavlık yaptım. Öküz arabalarıyla getirirdik karpuzu. Karpuz o zamanlar Camızağılı, Umurköy taraflarında bol bulunuyor. Oradan getirir, satardık.”
Bu işi Eşinin Ağabeyi Kadir Onbaşı ile yapmış Salih Aydın.
“O bahçıvan işi alır satardı, ben karpuz satardım” diyor.
1963 yılının nisan ayında evlenmişler; ağustos ayında da Çine’ye göç etmişler. Aydın Çiftinin 2 erkek çocukları, 3 de torunları var.

Pastanecilik Serüveni
“Evlenmeden önce Leyne’de üç - beş lira, ne bulursak yevmiyeye gidiyorduk, iş mi var o zamanlar? Ne bulursak çalışıyorduk” diyor Salih Aydın.
Evlendikten sonra Hüseyin Tarhan “Gel, benim yanımda çalış” demiş; onun yanında çalışmaya başlamış Aydın. Hüseyin Tarhan pastanecilik yapıyor o zamanlar. Dükkân Taksi Durağında; merkezdeydi o günlerde.
“Çok güzel bir ustamız vardı” diyor Salih Aydın.
“Pastanecilikle ilgili elinden her şey gelirdi. Çok güzel börek yapardı, tatlıları çok iyi olurdu. Usta olarak iyiydi ama bir dakika boş kalsa şarap şişesini eline alırdı. O zaman Hasan Güngör’ün dükkânının orada mutfak vardı bizim. Mutfakta tezgâhın altı olduğu gibi şarap şişesi ile dolu olurdu, içerdi adam. O İzmir İkiçeşelik’de oturuyordu. Sonra bıraktı işi adam; Aşçı Fehmi ayarttı, aldı bizim yanımızdan. Orada fazla barınmadı, bırakıp gitti Çine’den. Almaya gittik ama gelmedi herif. Pasta yapardı, tatlı yapardı ama en iyi serpme börek yapardı o usta. ”

Pastane mutfağına giriyor
“O usta gittikten sonra Nazilli’den Kamil adında başka bir usta geldi yanımıza. O tatlı işinde iyiydi. Yıl 1964. Bana ‘Gel mutfağa, şu işi öğren. Bir ay kadar sana yardım edeyim, ben sonra gideceğim’ dedi bana. Ben baklavayı, pastayı iyi yapardım. O ara yanımızda çalışan garson vardı Börekçi Nihat. Şadiye’nin oğlu Adnan da bizim yanımızda çalışıyordu. Nihat ile bir kavga olayımız oldu, ikisi de işi bırakıp gitti bir gün. Bizim işler karıştı. Hüseyin Ağabeyim geldi, bana bir sürü laf söyledi. Ben de o ara mutfakta hamur yoğurmuşum, bir sürü yapılacak iş var, onlarla uğraşıyorum. Hamurla yapılacak işleri bitirdim, bırakıp çıktım dükkândan. Ertesi günü Adnan’la Nihat geri getirildi ama ben dönmedim.”

Manavcılık yapıyor
O olaydan sonra pastaneye dönmemiş Salih Enişte. Bir süre yaptığı manavlık işini yapmaya başlamış yeniden.
“Malı Aydın’dan alıyoruz. Portakal, elma, mandalina yapıyoruz. Benim tezgâh şimdiki balıkçıların kuzeyindeki tuvaletin olduğu yerdeydi; oraya yayınırdım. O dönemde yoz portakal var, öyle Washington gibi geniyle oynanmış portakal yok.”
“Sonra Köyceğiz taraflarından tohur almaya başladık. Ben üç yıl kadar orda portakal tohuruyla uğraştım. Hüseyin Ağabey başındakini toplatıyor, pazara götürüyor, ben dibini topluyorum, satıyorum. Köyceğiz’den bizim gibi tohur alıp bu işi yapan Nazif vardı, Mutaflar Köyü’nden; Osman Nuriler vardı. Çoktu bu işi yapan Çineli o zaman. Köyceğiz bölgesinin bittiğinde Finike tarafının portakalı başlar, oraya da gidiyorduk. Bu işi eşimin kardeşleriyle üç yıl kadar yaptık. Kış aylarında göçerdim ben Köyceğiz’e. Her gün 20, 25 ameleyle çalışırdım. Hanım, çocuklar burada kalıyordu. Ben gelir, giderdim.”

Bir yandan tütüncülük
“O ara tütün işiyle de uğraşıyorum” diyor Salih Aydın.
“Şimdiki Zümrüt Evlerin olduğu yerde bizim kayınvalidenin tarlası vardı; oraya tütün ekerdim. Biraz para kalıyordu ama çok değil. Yolboyu’ndan da tarla kiralıyordum. Tütün işini bırakmamın nedeni var; onu anlatayım. Benim Güven (Büyük Oğlu) o zaman bir yaşlarında falan. Çaltı’dan yer tutup tütün ektik. Tütün çıktı, güzel de dizi tuttu. Çapa işi yapıyoruz hanımla. Çocuk durmadan ağlıyor. Hanım kucağına alıyor, susuyor; bırakıyor, başlıyor ağlamaya. Hanıma; ‘çocuğu al, eve git’ dedim. Hanımı gönderdikten sonra oturdum, hesap yaptım. O güne kadar bir lira para masraf etmişim, tarlayı o gün 1200 liraya sattım. Bizim tütün işçiliği de orada bitti.”

Gazozculuk yapıyor
“O ara Hüseyin (Tarhan) Ağabey gazoz işi yapıyor” diyor.
“Şanver Gazozlarını üretiyordu Hüseyin Ağabey. O gazoz fabrikasını Yelenlere sattı daha sonra. Ardından yeni bir tesis kurdu; Ünsal Gazozlarını çıkartmaya başladı. Birlikte çalışmaya başladık yeniden. Yıl 1966/67; benim maliyeye kaydımın yapıldığı tarih. 10 kişiye yakın adam çalışıyor yanımızda. İzmir’den Mehmet Şükrü’nün arabasıyla bir kamyon malzeme getiriyoruz, 20 gün demeden bitiyor. Kapaktır, şişedir, şekerdir, diğer malzemeler, bitiyor. Gece gündüz çalışsan iş var, gazoz satılıyor ama para yok. Getirilen malzeme bitiyor, cepte para yok. Bakkallara, kahvelere veriyoruz gazozu, parası gelmiyor. Ben sevmedim o veresiye işini. O dönemlerde dışarıdan gazoz gelmiyor, gelen yalnızca Sunalkokteyl (Sunalko gazozları) var; o geliyor yalnızca. Kahvelerden para gelmiyor, sinemalara verdiğimiz şişeler kırılıyor. O zaman üç tane sinema var Çine’de. Albayrak Sineması var, yaz aylarında çalışırdı. Yeni Sinema ile Serpil Sinemasının yazlığı da vardı, kışlığı da. Onlar yaz kış çalışırdı. Verdiğimiz gazoz şişeleri gelmiyor sinemalardan. Bakkallara verdiğimiz kasaların şişeleri gidiyor, kasaları kalıyor; bakkallar o kasaları yakıyor, yok ediyor senin anlayacağın. Veresiye desen diz boyu. Çalışıyoruz, cebimiz para görmüyor.”

Kamyonculuk işine başlıyor
“Ne iş olsa yaparım” bir yaşamın içerisinde buluyor Salih Aydın kendini bir anda. Yaptığı işleri, birilerinin yardımıyla, ekonomik katkısıyla yaptığı için kendi işinin patronu olamamış o zamana kadar.
“Gazoz işini bırakmaya karar verdim” diyor Aydın.
“Baygın Mehmet’in (Aytepe) yanına gittim. ‘Bana bir şoför bul’ dedim. Kamyon almaya karar verdim. Şoför çalışacak, ben muavin olacağım, işi yürüteceğiz. Göçmenoğlu (Tamirci Mustafa Öğrendik) çağırdı bir gün. Dükkânda 67 model bir kamyon var. ‘Bu araba satılık, 100 bin lira istiyorlar. Ben 90 bin lira istedim vermediler, aklında olsun’ dedi. Bir hafta sonra kamyon yine geldi Çine’ye. Oturduk pazarlık yaptık ve aldık kamyonu.”
“İş çok; sebze işi var, zeytin işi var. Dereli Köyünden Bursa’ya salamura zeytin işi yapılıyor o zaman. Her yerden zeytin işi var desen olur. Biz kamyonculuk yapıyoruz ama benim ehliyet yok o zaman. Ben ehliyeti 1969’da mı aldım yoksa 70’de mi hatırlayamıyorum şu an. 30 yıl kamyonculuk yaptık sonra.”

Her marka kamyon kullanmış
“O zamanlar bu kadar kamyon yoktu Çine’de” diyor Leyneli Enişte.
“Sebze işi dışında hayvan nakliyatı da var; Afyon’a, Sandıklı’ya hayvan taşıyorduk Perşembe günleri. İlk başlarda 10 yıla yakın zaman Tariş’in malını çektik. Pres pamuk ve çekirdek çektik. Karakollar Köyü ve çevre köylerden İstanbul’a biber taşırdık yaz aylarında.”
“Memduh’un Orhan, Karababalar, Biz, Çoban Mehmet gibi sayılı kamyoncu var o zaman. O günlerde bizim altımızda BMC var. Daha sonra onu sattık, Thames aldık. Thames’den sonra yine BMC aldım, ondan sonra Ford aldım bir tane. 30 yıla yakın zaman hiç inmedim kamyonun üstünden, diyebilirim. Türkiye’de gitmediğim bir tek Van İli kaldı. Onun dışında bütün şehirleri dolaşma şansım oldu.”

Bir Kamyoncunun turu
“Yıl 1970, 71 gibiydi” diye başlıyor anısını anlatmaya.
“Ula’da o zamanlar çok güzel çam balı yetiştirilirdi. Şimdilerde revaçta değil Ula balı, o zaman meşhurdu. Adam Ankara’dan bal almaya gelmiş. O zaman Ula’da toptan bal işini Akif Amca yapardı; o alır, toptancılara satardı. O Ankaralının balını 8 bin liraya Artvin Borçka’ya sardım, götürdüm. Piyasayı dolaşmış adam, 6 bin, 6.500 lira vermiş, giden olmamış. 8 bin liraya pazarlığı bitirdik ve ben gittim. 36 saatte vardık Borçka’ya. Yanımda o zaman Mutaflar’dan Mehmet var; Hasan Güngör’ün yanında çok çalıştı o, soyadını hatırlayamayacağım. Araba hiç durmadı, birimiz yorulduğunda öteki geçiyor direksiyona. Yollar şimdiki gibi değil; dar, virajlı, kalabalık.”
“Borçka’da bekledik bir süre. Malı indirecek yer ayarlamaya çalışıyorlar. Ben de ortalık yerde dolaşıyorum. Bir polisle tanıştık; Denizli Sarayköy’denmiş. Adamın tayini çıkmış İzmir’e; ev eşyasını götürtecek. O zamanlar, şimdiki gibi buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın mı var; ev eşyası olarak yatak, yorgan, sandık filan. Giderken aldığımız 8 bin lira bize gidiş-geliş fazlasıyla yetiyor zaten. Boş gelsek bile kazandık yeteri kadar parayı. O dönemde işi alırken ona göre alırsın; gelişte masrafları karşılayacak iş bulursun; gidiş tamamen kar kalır. Ben ev eşyası için 5 bin lira istedim, 4.500 liraya anlaştık. Eşyayı ertesi günü saracağız.”
“Ertesi günü Borçka’nın Bulgurca Kazası vardır, bakır madeninin çıktığı yerdir orası. Oradan da bir polisin daha eşyası çıktı; Eskişehir’e. O polis Manisalıymış. Onun eşyasını da 3.500 liraya aldık, yükledik yola çıktık. Sabahleyin Çorum’da çorba içmek için durduk. Araba hiç durmuyor. Oradan bir daha topukladık, ikindi vakti Eskişehir’e geldik. Eşyayı indirdik, yeniden yola koyulduk.  İzmir yakın geliyor bize artık.”
“İzmir Basmane’de Aksaz Oteli vardır; bizim Çineliler gittiği zaman orada kalırlardı. Ben de oraya vardım; eşyayı Karşıyaka’ya Mehmet indirip gelecek. Ben otele gittim, yerleştim. Başka bir ev eşyası işi bulduk, ben otobüsle eve geldim; Mehmet eşyayı alıp Muğla’ya bırakıp geldi.”
(BU ÇALIŞMA ÇİNE BELEDİYESİNİN KATKILARIYLA HAZIRLANMAKTADIR)

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.

Bugün için kayıtlı nöbetçi eczane bilgisi bulunamadı.