• 20 Nisan 2013, Cumartesi 09:00

Voleybolu Bahçearası Köyü’ne öğreten adam: İsmail Çakmak

KENT ARŞİVİ 2013 - 9
HAZIRLAYAN: Arif Ali UYGUÇ
FOTOĞRAFLAR: Emin AYDIN - Sezgin MADRAN

“Analar neler doğuruyor” sözüdür, biz şaşırtan bir cevherle karşılaştığımızda söylediğimiz söz.
Ondan hiç de beklemediğimiz bir performans, bir atak, bir birikimdir bizi şaşırtan.
İsmail Çakmak ile karşılaştığımızda hiç de bizi doyuracak bilgiye, birikime sahip biri gibi görünmemişti.
Bahçearası Köyü’ne vardığımızda Hacı İsmail Çakmak’ı köy camisinin avlusunda akranlarıyla sohbet ederken yakaladık. Selam verip elini öptükten sonra kendisiyle konuşmak istediğimiz söyledik.
“Buyurun, kahveye gidelim” dedi.
Ona, daha önceki sohbetlerimizde söylediğimiz söyledik;
“Eşeğin kuyruğunu kalabalıkta kesmeyelim Hacı Amca. Kimisi ‘uzun’ diyecek, kimisi ‘kısa.’ Müsait bir ortam bulalım, orada konuşalım.”
Muhtar Fehmi Kurt bizi Köy Muhtarlık odasına davet etti.

15 yıllık arkadaş
Elinde sıkıca tuttuğu bastonuyla yanımızda yürürken girdi söze:
“15 yıldır arkadaşım benim bu” dedi elindeki bastonu göstererek.
“Allah şükür kendi ayaklarımızın üstünde durabiliyoruz ama ayak ağrıları bizi bezdirdi. Bastonsuz yola çıkmıyoruz. Düşeriz, şaşarız korkusundan taşıyoruz. Namazı da oturarak kılıyoruz artık. Kılıp çıktık, Allah kabul etsin.”
Köy Odasında herkes yerini aldığında Hacı İsmail Amca sandalyeye bağdaş kurarak oturdu. Görüntüsü sevimli ve cana yakındı. Sezgin Madran fırsatı kaçırmadı, hemen makineye davrandı ve birkaç poz fotoğrafını çekti.
“Kuruldum sanmayın Çocuklar” dedi İsmail Çakmak.
“Bacak ağrısından kaynaklanan bir durum bu görüntü. Oturma şeklimiz bile değişiyor yaş ilerledikçe.”

Yörük Ağzı ile konuyor
Konuşmasının Gökyaka ve Saraçlar Köyü ağzına benzediğini hatırlattığımda yaptığı açıklama yuvarlaktı.
“Hepimiz Horasandan gelmişiz” dedi.
“Yörük çocuğuyuz; konuşmamızın birbirine benzemesi doğal. Adını saydığın köylerin konuşmasına benzer bizim köyün konuşması. Belki de aşiret bağımız vardır, bilmiyorum. Bu oturuş, biraz da Yörük oturuşudur. Sandalye, masa görmedik biz çocukluğumuzda. Taşın üstüne, en lüksü de divana oturuş şekli bu.”

Muğlalı Mustafa’nın Oğlu
İsmali Çakmak 1932 doğumlu. Bedirler Köyü’nde dünyaya gelmiş.
“Muğlalı Mustafa’nın oğluyum ben” diyor kendinden söz etmeye başladığında.
“Dedem Rahmetli, Muğla Dalamanın Akıncılar Köyü’nden gelmiş buralara. Elde yok, avuçta yok. İtalyanların bölgeyi işgal ettiği yıllarda sanıyorum; düşmüş yollara. Yolu nasılsa Bedirler Köyü’ne düşmüş. Orada, o yıllarda yaşayan bir Ağa var. Osman, Musa, Abdurrahman, 4 oğlu var Ağanın. Diğerinin adını hatırlayamayacağım. Dedem rahmetli kapısını çalmış Ağanın. Ağa, Dedemin önüne sofra kurdurmuş. ‘Yoldan gelmişsin; açsındır, otur ye’ demiş.”

Aktarılan bilgi çelişkisi
İsmail Çakmak’ın anlattığı olay, 1920 yıllarına rastlaması gerekiyor. Oysa ısrarla; Muğla’dan ilk gelen aile ferdinin Dedesi olduğunu söylüyor. Kendisi 1932 doğumlu ise, Dedesinin 1920 yıllarında gelmiş olma olasılığı yok. Bu yollara düşme tarihinin, 20. yüzyılın başlarına denk düştüğünü sanıyoruz.
“Babama ‘Muğlalı Mıstan’ derlerdi” diyor.
“Annem Yorcular Aşiretinden. Yunan bozgununda göçüp gelen ailelerden olduğunu biliyorum.”
Babası vefat ettiğinde kaç yaşında olduğunu hatırlamıyor.
“Babam 1993 yılında vefat etti” diyor.
“Annem ondan 8 yıl önce vefat etmişti.”

Yaşını büyüttürüp evlenmiş
İsmail Çakmak evin tek çocuğu; erken evlendirilmesinin nedeni bu olsa gerek.
“17 yaşındaydım evlendiğimde” diyor.
“Yaşımı büyüttürdüm ve evlendim. Amcamın Kızı ile evlendik. Amcamın Lakabı Ali Molla idi. 4 çocuk, 4 torun, 8 de torun çocuğu sahibi olduk bu yaşa kadar.”
Eşini Annesinin yanına bırakıp askere gitmiş İsmali Amca.
“36 ay askerlik yaptık2 diye başlıyor anlatmaya.
“Bursa Gölcük’de yaptım. Konca diye bir yer vardır orada. Konca Mayın Gurubuydu bizim gurup. Deniz mayın tarama birliğiydik senin anlayacağın.”

Voleybol merakı
1050’li yıllarda Bahçearası Köyü’ne voleybolu getiren adam olarak biliniyor İsmali Çakmak. Hatırlattığımızda, onaylıyor.
“Doğru duymuşsunuz” diyor.
“Askerde öğrendik voleybol oynamayı. O da bir tesadüftür. Orada bir Başçavuşumuz vardı. Top hastası bir adamdı. Birliğe vardığımızdan kısa süre sonra bizi içtima etti. ‘Top oynamasını bilenler üç adım öne çıksın’ dedi.”
İlk başta Çıkmamış İsmali Çakmak.
“Nasıl çıkacaksın ki? O zaman topu gördüğümüzde karpuz sanıyoruz. Milaslı bir arkadaşım var; onun adı da İsmail.‘Çıkalım’ dedi. ‘Bu adam top hastası; onun sayesinde birçok işten yırtarız.’ Çıktık, o günden sonra da voleybolcu olduk. Olsan ne olacak ki? Bizim köy dağın tepesinde. Top oynamaya müsait coğrafi yapısı yok köyün. Bizim köyde top oynamaya başlasan, topu tutabilirsen tut. Vurduğunda iki kilometre aşağıya iniyor; git de getir. Askerden geldiğimizde işimize yaramayacak ama çıktık oynamak için. ‘Okulda oynadık’ deyip de çıktık ya; Başçavuş; ‘Geç bakalım, sen kutör ol’ dedi bana. Geçtik, topa dokunmamışız o ana kadar. Üç, beş, on gün derken biz alıştık topa vurmaya. Başçavuşa da karşı gelmeye başladık kısa süre sonra. Takım kurduk, başına geçtik.”

Askerde kalmamış
“Başçavuş, Uzman Çavuş olarak kalmam için çok ısrar etti ama ben kalmadım” diyor İsmail Çakmak.
“Boyumuz, postumuz (1.82 boy, 63 kilo o zaman) yerinde ama ben kalmadım. Neden kalmadım? Ben çavuş olmuştum askerde. Bir gün yıllık mayın kontrolü yapıyoruz. Başçavuş ben deftere mayınların kontrol yazısını yazmadan yanına çağırdı; görevimi yerine getirememiştim ama o çağırdı diye gitmek zorunda kaldım. O yarım kalan iş benim aklımın ucuna yazıldı; bir sürü de fırça yemiştim o zaman Başçavuştan. Benim karakterime göre değil askerlik; kalmadım.”

Her işi yapmış
“Şoförlük dışında köyde ne iş yapılırsa, hepsini yaptım ben” diye devam ediyor anlatmaya.
“Zeytin işçiliği yaptım. Zeytin aşılama işini iyi bilirim. Çırpmasını, işlemesini bilirim. Pamuk çapasına gittim; pamuk toplamaya bile gittim. 1949 yılında hacılık açıldı; ilk hacı kafilesi Türkiye’den gönderildi. Babam o kafileyle hacca gitti. Bana o zamana kadar ‘Mıstan’ın oğlu’ diyorlardı. Babam hacıdan geldikten sonra herkes ‘Hacı Mıstan’ın oğlu’ demeye başladılar.”
“Hayvan bizim gıdamız; onu söylemeyi unuttuk” diyor gülümseyerek.
“Evimizin önü hayvanla dolu olurdu. Omzumuzda kırmamız (tüfek) dağ, tepe hayvan peşinde dolaştık durduk yaşantımız boyunca. Şimdiki gibi hayvan damda doğmazdı; dağda, bayırda doğardı. Biz de peşinde dolaşırdık gece gündüz. Hayvan doğar da buzağısını çakal, tilki falan alır, diye peşinde dolaşırdık gebe hayvanın.”
“Yoz mal bizimkisi, eve gelmiyor hayvanlar. Şimdiki gibi damızlık mal mı var? Hayvan dağda yaşıyor, dağda ürüyor, dağda çoğalıyor.”

İşlerin başına geçmiş
“Evde başka çocuk olmayınca, ben askerden gelir gelmez babam; ‘al oğlum işlerin idaresini’ dedi, çekildi kenara” diye devam ediyor anlatmaya.
“Bedirler Köyü’nde zeytinyağı fabrikası yoktu bizim zamanımızda, şimdi de yok. O zamanlar develerle, atlarla, katırlarla getirirdik buraya zeytini. Şimdi de zeytinliklerden hayvanla yola kadar çekiyoruz, oradan traktöre yükleyip buraya getiriyoruz. Aslında değişen bir şey yok; bazı zeytinliklere yol yapıldı o kadar. Bir de naylon bidonlar çıktı ya; yağları onların içine koyuyoruz şimdi. Eskiden küpler vardı 150, 200 kiloluk. Onların içinde muhafaza ederdik yağları.”

Eşi beyin ameliyatı geçiriyor
“Yarın ne olacağını Yüce Allah bilir” diyor Hacı İsmali.
“Çocuklar büyümeye, kendilerini bakmaya başlamışlardı ki bizim hanım rahatsızlandı. Bir beyin hastalığı tespit edildi. Alıp 9 Eylül Üniversitesi Hastanesine götürdüm. Acil ameliyat olması gerekiyormuş. İzmir’deki doktor, bana aydın’da bir doktorun adını ve adresini verdi. Hanımı Aydın’a getirdik ve orada ameliyat ettirdik. Ameliyattan sonra köye gelmesi iyi olmayacaktı. Biz de pılımızı, pırtımızı toplayıp Aydın’a göçtük.

Bakıcı Kadın
“Eşimin ameliyattan sonra bakıma ihtiyacı vardı” diye devam ediyor.
“Çocuklar bakıyordu ama ne kadar bakıyor olsalar da benim istediğim gibi bakamıyorlar. Ona bir bakıcı tuttuk. Eşime bakması için tuttuğum hizmetçinin 22 yaşında bir kızı vardı. Ana kız, eşimin vefatına kadar bizimle birlikte yaşadılar ve eşime baktılar; Allah razı olsun. Kadını ve ailesini daha önceden tanıyorduk elbette. Eşimden önce aileden başka bir hastaya da bakmıştı kadın; güvenceliydi sizin anlayacağınız. O da Aydın’ın yerlisi değildi aslında. Merkeze bağlı Armutlu Köyü’ndendi. ”

Bakıcı kadınla evlenmiş
Ameliyattan 1,5 yıl kadar sonra, 2002’de eşini kaybetmiş İsmail Çakmak.
“Eşime bakan kadın bizden biri olmuştu. Evin her türlü ihtiyacını karşılıyordu. Eşimin ölümünden sonra karşıma alıp oturttum. ‘Benim eve bir kadın gerekiyor’ dedim ona. ‘Senin için de uygunsa evlenelim.’ 1953 doğumlu, Emine adında bir kadın. Bana; ‘benim çocuklarım var, onlar ne olacak’ diye sordu. ‘Nasiplerini bulur evlendiririz’ demi ve evlendik.”
Emine Kadının iki kızı bir oğlu var; kızı onlar evlenmeden önce biriyle kaçıp evlenmiş. Hacı İsmail diğer iki çocuğu alıp Bedirler Köyü’ne yerleşmiş.
“O kızını evlendirdim” diye anlatıyor.
“Oğlu, aldı başını gitti; bizi dinlemedi, takmadı. Son zamanda Muğla’dan bir kız bulup geldi, muhtar onu geçende evlendirdi; biz de hanımla refakatçi olduk başında. Köye gelmedi zaten o; şehir çocuğu, bizim köyün işlerini işleyemedi. Aydın’da şu anda; fırının birinde çalışıyor.”

Bahçearası Köyü’ne göç etmiş
“Boğazımızdan haram para, ekmek geçmedi. Faizdir, hak etmediğimiz paradır, görmedik biz. Helal ile yoğrulmuş hamurumuz, öyle yaşadık, öyle de yaşayacağız Allahın izniyle” diyor Hacı İsmali.
“Aydın’dan Bedirler Köyüne göçtüm yeniden. Orada yaşadık bir süre ama içim rahat etmedi. Yarın ihtiyarlasak, bize ‘şunu getiriver’, ‘bunu getiriver’ diyeceğimiz çocuğumuz yok. Bedirler uzak yer. Orada yapamayacağımızı düşündüm ve buraya (Bahçearası Köyü) göçtük.”
Bahçearası Köyü Tanrım Kredi Kooperatifinin binasının satılık olduğunu öğrenmiş İsmali Çakmak.
“Alacak var mı, yok mu diye bir süre bekledim” diyor.
“Öyle ya, biz dışarıdan geliyoruz; köyden almak isteyen olur, diye düşündüm başlangıçta. Alan çıkmayınca, ben alımker oldum. Aldık, yerleştik buraya.”

Varlıklı bir insan
“6 bin kadar zeytin ağacım var” diyor yaşantısını anlatmaya devam ederek.
“Bin kadarını çocuklara dağıttım ama tapularını vermedim. Satarlar düşüncesiyle vermedim. Aslında satmazlar; satacak tipte çocuklar değiller ama vermedim tapularını. Olur ya, uyarlar şeytana. Ecelimiz kapımıza dayandığında, göçüp gittiğimizde bölüşsünler. Sonra ne yaparlarsa yapsınlar; şimdi tapuları bende ağaçların. Zeytinlikler Bedirler Köyünde benim. Buraya göç ettikten sonra buradan da aldık bin ağaç kadar. Köyün yakınında o arazi. 6 yıl kadar önce göç ettim Bahçearası Köyüne. Geldikten sonra aldım zeytinliği. Bizim köyde okul yoktu, benim çocukluğumda. Ben okulu burada, Bahçearası Köyünde okudum. Yaşıtlarımın hepsini tanırım.”
1976 yılında vefat eden, önceki eşiyle hacca gitmiş İsmail Amca.
“Bu eşimle nikâhı yaptıktan 4 gün sora hacca gittik. Allah cümlemize nasip etsin.”

Voleybol sohbeti
Sohbet bir anda voleybola gelirdik.
“Biz çok iyi bir voleybol takımıydık” diyor İsmali Çakmak.
“Bizim önümüzde duran mı var? Kimse bize karşı gelemezdi. Sabit oynardık biz voleybolu. Ne zaman ki dönerli voleybol oynanmaya başlandı, biz bıraktık voleybolu. Ayak uyduramadık dönerliye. Ben kutördüm, çiviciydim. Benim gibi topa vuran yoktu bizim takımda. Dönerli oynanmaya başlanınca bıraktık oynamayı. Benden başka kutör olmayınca, yeniliyoruz, yenileceğiz; bıraktık.”
“Vurduğum topla adamın burnunu kanattığımı bilirim ben. Sert vururdum topa” diyor gülerek.
“Kendi köyümden arkadaşları yetiştirdim askerden gelince. Mehmet Bulut, Hakkı Yıldırım, Ali Madran gibi iyi oyuncular yetişti bizim zamanımızda Bedirler Köyünden. Bahçearası’ndan da Murat Efe, Zeki Demir gibi iyi oyuncular vardı.”
“Bir metre yukarıya fırlayıp vururdum topa; kimse duramazdı önümde” diyor.
“Topu alır setin dibine çakardım. Karşı takımın oyuncuları kaçardı benim vurduğum toptan.”

Hatırladıkları
“Orhaniye Köyüne gittik, hatırlıyorum. Sonra bizi Çakırbeyli Köyüne davet ettiler. Orada okul çocukları ile oynadık. Onları da yendik, bir set bile vermemiştik. Madran Deresi Köyüne gittik. Orada Ünal vardı, iyi oyuncuydu.”
“Çine Atatürk İlkokulu davet etti. Oraya gittik, onları da yendik. Biz köylere giderken bir jeep, bir traktör römorku insanla gidiyoruz. Giderken köylü de bizimle birlikte geliyor. Yemeklerimizi yiyoruz. Hoş sohbet havasında yapıyoruz maçlarımızı.”
“Sonra Karpuzlu’ya gittik” diyor finali anlatır gibi.
“Yine çıngıl çakmak gittik maça. Oraya vardık, sürprizle karşılaştık. Orada bize maçın dönerli oynanacağını söylediler. Zeki Demir’den, Mehmet Bulut’dan kutör olmaz; yeniliriz. Düşündüm; arkadaşlara sahaya çıkmamayı teklif ettim. Yenileceğiz, yapamayız biz elimizdeki kadroyla. Kimse kabul etmedi, çıktık sahaya. Karşımızda üç öğretmen, üç de sağlık memuru. 14 sayı yaptık, 15 sayıyı bulamadık; yenildik.”
“Hamzabali’den bir çocuk vardı. Bizden 5,6 yaş küçüktü o. Vurduğu topu tutmak mümkün değil. Servisten sayı yapardı çocuk. Sonra polis oldu; İzmir’de vurdular o çocuğu. O topa vurduğu zaman ben elimi kıracak diye korkar, karşısına geçmezdim. Sesi geliyordu topun kendisinden önce.”

Çine ile ilişkiler
“Çine’ye pek gelip gitmezdim” diyor Hacı İsmail Çakmak.
“Bağ Kur diye bir şey doladılar başımıza. Ondan sonra Çine’ye gelip gitmeye başladım. Her ayın 20’sinde gider, paramı yatırıp dönerdim. Üç yıl kadar önce emekli olduk da gidip gelmekten kurtulduk.”
Son olarak, İsmail Amca’ya Bahar Toksoy’u sorduk.
“Gençlerden pek yaklaşamadık televizyonun önüne ama Bahar Kızımızın maçlarını seyretmeye çalıştık. Başarılı maçlar çıkardılar. İnşallah daha iyisini yapacaklar.” 



ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.

Bugün için kayıtlı nöbetçi eczane bilgisi bulunamadı.