
KENT ARŞİVİ 2013 - 8
HAZIRLAYAN: Arif Ali UYGUÇ
FOTOĞRAFLAR: Emin AYDIN - Sezgin MADRAN
“Eczaneyi kapatıyorum, kapatıp bu işi bırakmak istiyorum. Kapatayım da, yapacak olduğum işleri yapmaya başlayayım. Yaş 70 oldu. Hiçbir şey yapmadan ölüp gideceğim” dedi telefonda.
Son cümlesinde takılıp kaldım. Onu çok uzun zamandan beri tanırım. Aramızda yaş farkı olmasına rağmen Onu yakından izleme şansını yakalayanlardanım. O son cümle, Onun ağzına kesinlikle yakışmayan bir cümle; O, böyle bir cümle kurmamalı.
Çevremde, yaşamını Adam Gibi yaşayan ender insanlardan biri O. Böyle bir cümle kurmasının nedeni, Onun yaşama borçlu kalmaktan korkmasından başka bir şey değil. Bir nebze daha verimli olmak için harcadığı çabanın yarım kalmışlığının düşüncesi belki de, bilemiyorum. Ya da, kendine zaman ayırmayı beceremeyen, hep dışarıda, hep toplumsal anlamda bir şeyler yapmaya çalışmanın sorumluluğunun şeklinden başka bir şey değil.
Ali Dinçer’in Oğlu
Mutfakta soğan doğrayan bir aşçının eline bıçak yakışır, izlerken keyif alırsınız. Ya da sokakta, kendini bilmezlerin attığı döküntüleri süpüren çöpçünün eline süpürge yakışır; Onun, işini ne kadar içtenlikle yaptığını görür, izlerken keyif alırsınız.
Yalçın Dinçer’i ben tiyatrocu olarak tanıdım. Gerçek mesleğinin Eczacılık olduğunu öğrendiğimde ‘Hadi canım’ dedim mi bilmiyorum ama o mesleği ona hiç yakıştırmadığımı söylemeliyim.
Halk Evlerinde tiyatro yapıp, dükkânında abiye ayakkabı yaparak sattığı yıllarda, İstanbul’dan çıkıp gelen bir adamın ağzına bakarak, bildiği işi bırakıp, Eczane açan Ali Dinçer’in oğlu O.
“Gerçek bir Halk Adamıydı” diye söz ettiği ve hayran olduğu Babasının baskısıyla gittiği Eczacılık fakültesini ite kaka bitirip gelmiş ve eczacı olmuş. Aklı tiyatroda olmuş yaşantısı boyunca. Tamam, önce alaylı, sonra saraylı bir eczacı ama gerçek şu: Eczacılık Yalçın Dinçer’e, yaşantısı boyunca üzerine yapıştırılmış gibi durdu, hala da öyle duruyor. Bu benim düşüncem, o öyle demiyor.
“Eczaneyi kapatıyorum” dediğinde en çok sevinenlerden biri olduğumu söylemeliyim.
Müsamerelerden sahnelere
Tiyatroya ‘deli cesareti’ ile girmeme neden olduğu yıllarda samimiyetimiz hat safhadaydı. Çine Halk Kütüphanesi’nin açılışına Kültür Bakanı Fikri Sağlar gelecekti. Bana tek kişilik bir oyun verdi: Anton Çehov’un ‘Tütünün Zararları’ oyununu. İlk kez sahneye çıkıyorum, tek kişilik bir oyunda oynayacağım. Ben kendime güvenmiyorum, Adam bana güveniyor. Oyunun yönetmenliğini de yapıyor; hazırlanıp sahneye çıktım.
Ardından Luigi Pirandello’nun ‘Ağzı Çiçekli Adam’ adlı, iki kişilik oyununda yine başrolü bana verdi. Kendimi bir anda Yalçın Dinçer’in dünyası içinde buluvermiştim. Ağzı Çiçekli Adam oyununu Çine’de ve Aydın’da sahneledik; iyi de izleyici toplamıştık. Çok iyi olduğumu, devam etmemi söylemesine rağmen bıraktım tiyatroyu; Benlik değildi.
Çocukluğunda çıktığı sahneden asla ayrılamadı Yalçın Dinçer; tozunu yutmuştu çünkü. Okul müsamerelerinde duyduğu ‘alkış’ tadı, hala damağında; ölene kadar da süreceğe benziyor.
Kısaca kimliği
Yalçın Dinçer 1945 doğumlu. O, Ali Usta Oğlu Ali Dinçer ile Hacıeminlerden İbrahim Eker’in kızı Melek’in Oğlu.
Üniversiteye, Nişantaşı Eczacılık Fakültesinde başladı, Marmara Eczacılık’dan 1972 yılında mezun oldu. Eczacılık fakültesini 8 yılda bitirmişlerden. Okulu onca uzatmasındaki başlıca neden tiyatro kendisine göre. Çine gibi bir yerden kalkıp İstanbul gibi sanat denizinin içine düşerseniz ve adınız Yalçın Dinçer ise eczacılık okulunu 8 yılda bitirebilmeniz büyük başarı.
“Bizim okuduğumuz dönemde 33 tiyatro perde açıyordu İstanbul’da” diyor.
“O salon senin, bu salon benim dolaşır dururduk. Bir de kendi okulumuzun tiyatro gurubu vardı. Orada da oyun hazırlıyor, sahneliyorduk.”
Yüksek Talebe Cemiyeti
Öğrencilik yıllarında İstanbul’da, Aydın Yüksek Tahsil Talebe Cemiyeti diye bir dernek kurmuşlar. Bu derneğin amacı; Aydın’dan İstanbul’a üniversiteye gelmiş öğrencilere yardım etmek.
“Asıl amacımız yurt yapmaktı” diyor Yalçın Dinçer.
“Taşradan ya da diğer şehirlerden gelen öğrencilere kiralık ev vermiyorlardı o zamanlar. Bu sorunu çözmek için kurduk derneği. Sencer Abi vardı, başkanımız. Ahmet Duman, İsmail Perçinel vardı; çok arkadaş vardı, isimlerini unuttum şu an. Derneği 1963 yılında kurmuştuk. Dernek bünyesinde tiyatro çalışmaları yaptık, oyun hazırlayıp Trakya turnelerine çıktık. Epey para kazandık. Aydın’dan İstanbul’a yerleşmiş birkaç iş adamının da desteğiyle arsamızı aldık ve dönemin Gençlik ve Spor Bakanı İsmet Sezgin’e gittik. O yurt yapıldı ama biz o yurtta kalma şansını yakalayamadık, bizden sonrakilere hazırlamış olduk.”
Son sınıfta evlenmişler
Eşi Aygen Hanım ile okulun ilk yılı tanışmışlar. Trabzon kökenli ama Erzurum Aşkaleli bir ailenin Kızı Aygen Küçük. 1971 yılında, son sınıfta iken evlenmişler. Evlilikleri de kendi yaşantısı gibi renkli Yalçın Dinçer’in.
“21 Ağustos 1971 günü Çine Albayrak Sinemasında yaptık düğünü” diyor.
“Sinemaya sığmayan bir düğün yaptık. Babamdan folklor ekibi getirmemiz için ricada bulundum, kabul etti. Bursa’dan kılıç kalkan ekibi, Erzurum’dan bilmem ne ekibi; üç, dört tane folklor ekibi bulup geldik. Çine ve Karpuzlu’nun bütün köylerinden davetlilerimiz vardı; Babamın dostları. Gece bitmek üzereydi, düğünü ancak bitirebildik.”
Dinçer Ailesinin 2 oğlu var.
Yaşama bir paragraflık özet
Yalçın Dinçer, ilk ve ortaokulu Çine’de okudu. Liseyi Aydın Lisesi ve İzmir Türkay Koleji’nde okudu. 1963 yılında mezun oldu. İstanbul Hukuk Fakültesi, Ankara Dil Tarih Coğrafya Tiyatro Bölümü, Ankara Felsefe ve Psikoloji Bölümünü kazandı ama Babası Ali Dinçer;
“Bunların hiç biri benim için bir şey ifade etmiyor” dedi.
Babası gitmiş, ondan izinsiz ve habersiz İstanbul Şişli Eczacılık ve Diş Hekimliği Yüksek Okulu’na kaydını yaptırtıp gelmiş. 1964 yılında başladığı okulda 1968’de son sınıftaymış ama okulun bitmesi 1972 Ekim ayına kadar uzamış.
“Ocak 1973 yılında Eczanemi açtım” diyor Yalçın Dinçer.
Aslında açık olan bir eczaneyi devralmış. Hamdi Aköz’ün diploması ve Ali Dinçer’in sermayesiyle açılan Sağlık Eczanesi’ni devralmış Yalçın Dinçer.
“Camda “Ecz. Hamdi Aköz” yazıyordu. Hamdi Amca’nın adını sildirdim, kendi adımı yazdırdım. Eczanenin adı ve camdaki diğer yazılar olduğu gibi kaldı.”
1973 yılından 2005 yılına kadar Çine’de eczacılık yaptı. 2005 yılında eczanesini Aydın’a taşıdı. ‘Tralleis Eczanesi’ adı altında yeniden açtı.
Yalçın Dinçer eczacılığı, 2014 yılı başında bırak(acak)tı. Dinçer, 1996 yılından bu yana emekli.
Alaylı Eczacı Yalçın Dinçer
“Daha ilkokulda okurken başlar eczacılık hikâyem” diyor Yalçın Dinçer.
“Elimde süpürge ile eczaneyi süpürmeye başladığım günler, hayatımın en güzel günleriydi. Hamdi Aköz gibi bir hayat profesörü ile birlikte aynı ortamda bulunma şansını yakaladım ben, şanslıydım.”
O günlerin (1955’ler) eczanesini çiziyor bize.
“O günlerde ilaçların yarıdan fazlası eczanenin laboratuarında yapılırdı. Eczanenin yarı yeri bölmeyle laboratuardı. Havanlarda dövülen otlar, kökler ve laboratuarlardan gelen ilaçların karışımı… Oydu asıl eczacılık, onu yapıyordu Hamdi Aköz. Ben onların ilaç yaptığı havanları temizler, laboratuarı süpürürdüm. Her gün, okul çıkışı eczaneye gelir bu işleri rutin yapardım.”
“Çırağın yapacağı işler sınırlıdır” diyor.
“Zaman içerisinde kalfalığa doğru terfi ettik. Havanları bıçkı tozuyla ovarak yıkamaktan daha önemli işler yapmaya başladık. İlerleyen zamanda, havana konular doz ilaçları karıştırmaya başladım. ‘Şunu 20 dakika karıştıracaksın’ derlerdi, karıştırırdım. İlacın kıvamı için gereklidir. Sonra, kaşeleri (gripinin dışındaki kapaklı madde) sıralardım. Kalfa karıştırdığım o dozları belli gramlarda o kaşelerin içine koyardı, ben de kapaklarını kapatırdım.”
Eczacı kalfalığı dönemi
“Sonra ilaç yapmayı öğrettiler” diyor.
Birkaç Latince farmakolojik sözcük ya da terim sıralıyor Yalçın Dinçer.
“İşte şundan 4 santigram bilmem ne, şundan 1 santigram bilmem ne, şundan 1 gram bilmem ne gibi; bunları havanın içine koyuyorsun ve karıştırıyorsun. İlaç yapıyorsun yani. Bunu da, hastanın size getirdiği reçetede yazdığı gibi yapıyorsunuz. Diyelim, bir haftalık ilaç hazırladınız. Onu havanda karıştırdınız, uygun şekle soktunuz. Sonra kaşelere doldurmak için hassas terazinin başına geçiyorsunuz ve gram ya da miligram olarak kaşelere paylaştırıyorsunuz. Sonra hastaya teslim ediyorsunuz.”
Yalçın Dinçer’den bir ilacın yapımının tarifi bizimle paylaşmasını istiyoruz.
“Bazen bir çay kaşığının ucu kadarlık olan o karışımın içinde neler yoktur ki” diye anlatıyor.
“Ne yapacaksınız; diyelim üst solunum yolları enfeksiyonu için bir karışım yapacaksınız. O karışımın içinde ağrı kesici toz bulunur. Ateş düşürücü toz bulunur. Gribal enfeksiyonu giderici diğer tozları da karıştırırsınız. Onu kaşeye koyar, hastaya verirsiniz. Diğer yandan sulu ilaçlar (şurup) yapar, verirsiniz. İştah, enfeksiyon, vitamin şurubu gibi ilaçları o dönemde eczaneler üretirdi.”
Kimya Depolarından İlaç depolarına
“Öksürük hapı dediğimiz haplar vardı örneğin” diyor.
“Nasıl anlatayım ki size şimdi? Yoğrulur, tahtada belli kalıplara ayrılır, küçük parçalar halinde, nohudun ¼’ü kadar ayrılarak hap haline getirilir. Onlar öksürük kesecek olan ilaçlardı. Onların içine konulan kimyasallar Kimya Depolarından geliyordu bize. O kimyasalları karıştırıp, günlük doz olarak bölüp veriyorsunuz hastaya. Fazlası hastaya dokunacak, eksiği yeterli etkiyi sağlamayacaktır. Ölçülerini tam yapmak zorundasınız. Günlük doz 1 miligram ise o kadar veriyorsunuz hastaya.”
“Şimdi bütün ilaçlar fabrikasyon” diyor sonra.
“Artık eczacılık al, sat olayına döndü. Laboratuarlarda ilaç yapan eczacı yok denecek kadar az, hatta yok. Kimya Depoları yerini İlaç Depolarına bıraktı. Biz ilacı yapmak için saat ya da gün verirdik hastaya. Şimdi elinizde yoksa telefon ediyorsunuz; 15 dakika sonra istediğiniz ilacı getiriyorlar.”
“Eczacılığı, Eczacı gibi yaptık”
“Doktor reçeteyi yazar ve hastanın eline tutuşturur” diyor Yalçın Dinçer.
“Ondan sonrası sizin işinizdir. Yazdığı ilacı hangi şartlarda, hangi saatte, nasıl kullanacağını siz söylersiniz hastaya. Doktor ‘tok karına alınacak’ demiştir. Tok karına… Yemekten ne kadar zaman sonra alınacağını söylememiştir, onun işi değildir o. Eczacı olarak onu siz söylemelisiniz. İlacın alınış saati ve zamanı, bioyararlanımı açısından önemlidir. % 80 size yararı olacak ilacı yarım saat önce ya da sonra aldığınızda size yararı % 40’lara, % 50’lere kadar düşebilir ki, bu hastalıkla savaşın iyi verilmediği anlamına gelir.”
“Üşenmeden anlatırdım hastaya” diyor gülümseyerek.
“Reçeteyi elime alır, bıkmadan anlatırdım. ‘Düzgün kullansın, ilacın faydası olsun’ diye. Üç kuruş geliri olan gariban köylü, biriktirdiği parayla doktora gitmiş, son parasıyla da ilaç almış; iyi anlatmazsanız yeniden doktora gelecek, yeniden ilaç parası verecek. Başka eczaneden aldığı ilacı getirip önüme koyan hastalar da olurdu. Yüksünmeden, alınmadan ilaçları çıkartır, anlatırdım. Severek yaptım bu mesleği. Bunda Hamdi Aköz’ün katkısı çok olmuştur. Türkiye’nin ilk eczacılarından, işini gerçekten de severek yapan bir adamın çırağı olmanın keyfini her zaman yaşadım. Bunu her yerde gururla söylüyorum.”
Kısaca tiyatro kişiliği
Eczacılığı sevmesini sağlayan insan Hamdi Aköz ya; tiyatroya aşkının asıl nedeni de Şükran Güngör Yalçın Ağabeyin.
“İlk sahneye ‘Mete Han’ oyunu ile Atatürk ilkokulunda çıktım. Halka karşı ilk oynadığım oyun, ‘Atik Ali’ oyunu” diyor.
“Sahnenin tozunu yuttuğumuz günden sonra kopamadık tiyatrodan. Ortaokulda, lisede ve biraz önce de söylediğim gibi üniversitede tiyatro yapmaya devam ettim. Tiyatro bir halk okulu, toplumun aynası diye düşünüyorum. Şöyle ki; aynaya bakarak yakamızın, paçamızın eğrisini, bozuğunu nasıl düzeltiyorsak; tiyatro da öyle bana kalırsa. Toplumun yanlış ve kötü tarafını sahneye taşıyarak orada bunu halka, izleyiciye görmeyi sağlamak tiyatro, diye düşünüyorum. Eskilerin deyimiyle ‘Mektebi Edep’ tiyatro bana göre.”
“Geriye baktığında ‘şunu oynamasam olurmuş, gereksiz bir oyunmuş’ dediğim olmadı. Dünya Tiyatro tarihinin en önemli oyunlarını sahneledim; her biri adam gibi mesajlar veren oyunlardı. O konuda seçici oldum. Birçok insan benim tiyatroyu eczacılığın önünde yaşadığımı düşünür ama ikisini de aynı oranda önemsediğimi söylemeliyim. İkisini de ihmal etmeden yaptım ve yaşadım.”
“Tiyatrodan milyonlarca lira kazandım”
Sahneye 9 yaşında çıkmış ve hala inmemiş Yalçın Dinçer.
“Ne kadar para kazandın” diye soruyorum.
“Tiyatrodan milyonlarca lira kazandım” diyor kahkaha atarak ama ben bir kuruş kazanmadığını biliyorum.
“Cebimden o kadar çok para harcadım ki Arif, tahmin edemezsin. Kostümün, dekorun parasını cebinden karşılarsın. Genlikle tek kişilik ya da iki kişilik oyunlar oynadım. O nedenle her şeyimi kendim yaptım, öyle çıktım sahneye. Aydın tiyatro tarihinde ilk özel tiyatroyu 1998 yılında kurduk. Kapalı gişe oyunlar oynadık ama cebimize kuruş girmedi. Güner Sümer’in ‘Yarın Cumartesi’ oyunu ile Necati Cumalı’nın ‘Derya Gülü’ oyunlarını oynadık. Tiyatro ve seyirci açısından tavan yaptık. Aslına bakarsan tiyatrodan milyonlar kazandım ama lira olarak değil gönül olarak.”
Çine’de yardım oyunları oynadılar
Çine’de oynadığı oyunların hepsini de yardım için oynadı Yalçın Dinçer. Onlardan örnekler veriyor.
“Çine’de yaptığım, yaptığımız tiyatroların tamamı belli kurumların yararına yapılmıştır. Falanca okula duvar yapılacak, bu oyunun parasını oraya aktaralım. Sağlık Ocağı yapımı başlanmış, çimento lazım, parayı oraya aktaralım. Falan okula bilgisayar alınacak, parayı oraya verelim. Bütün bunları yaşadık ve keyif aldım. Cebime bir kuruş bile girmedi, cebimden ne kadar para çıktı bilmiyorum. Arkama dönüp baktığımda harcadıklarım değil, manevi yönden kazandıklarım geliyor aklıma ve şunu her zaman söylüyorum: ‘Ne kadar iyi yapmışım’. Severek yapınca aldığın keyif, senden gidenlerin önüne geçiyor ki bu, anlatılamayacak bir haz. Yaşamak gerekiyor, diye düşünüyorum.”
Dinçer'in tiyatro hayatında sahnelediği oyunları ve uzun soluk hikayelerini daha sonra yeniden gündeme getireceğiz. Bu arada, Yalçın Ağabey eczacılığı bırakırsa (bırakacağı kesin gibi görünüyor) 2014 yılında yeniden birlikte tiyatro yapma şansını yakalayacağız; hayırlısı.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.