
KENT ARŞİVİ : 36
RÖPORTAJ: Arif Ali Uyguç
FOTOĞRAFLAR: Emin Aydın
“KAZANLARLA YEMEK PİŞİRDİLER”
“Yunanlılar, 5 Haziran 1919 günü Menderes Nehri’nin güneyine geçtiler. Baltaköy, Şahnalı Köyü üzerinden vadileri aşarak Hallaçlar Köyü’ne kadar geldiler. Hallaçlar Köyü halkı, Yunanın geldiği haberini almış ve köyü terk etmişti. Sağır ve yaşlı olan Koca İri dışında köyde kimse kalmamıştı. Yunanlılar Koca İri’yi öldürdükten sonra güneye yürümeye devam ettiler…
“Çine merkezde yaşayan Rum Kökenli aileler bir yandan için içine seviniyor, bur yandan da tedirgin oluyorlardı. Yüzyıllardır kapı dibi komşu yaşadıkları Müslüman Türk Ailelerle aralarında husumet başlamıştı. Yunan’ın Menderes’in güneyine geçtiğinin haberini duyan bazı Rum çocukları sokaklarda Türk çocuklarını taciz etmeye, gözle görülür baskı yapmaya başlamışlardı. Oysa 1326 (Miladi 1908) tarihi itibariyle, Çine’de bu tacizi yapan Gayri Müslim çocuk ve ebeveynlerin toplam sayısı 567 kişi idi...
“Çine Karakollar Köyü Halkı, Yunanlıların Menderes’in güneyine yürüdüğünü öğrenmişti. Bu bilgi köyde bir bayram havası esmesine neden olmuştu. Köylüler, köy meydanında kazanlarla yemekler pişirmeye başlamışlardı. Artık bir süre sonra Çine de bir Yunan yerleşimi olacak ve yüzyıllardır ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördükleri köyde egemen sınıf konumunda olacaklardı…”
Yukarıdaki paragraflarda geçen gerçeklerin sahibi Rumların torunları ve onların çocukları şimdi Yunan Anakarasında ve Adalarda yaşamaktadırlar. Onların yerine Karakollar Köyüne, Mübadele ile gelen Muhacirler yerleştirildiler. Tarih 1924 idi.
İLETİŞİM HALA SÜRÜYOR
1924 Yılında gelen Muhacirler, geldiklerinde o kadar az Türkçe biliyorlardı ki, geldiklerin soydaşları olan yerlilerle anlaşmakta güçlük çektiler. Bu durum onların aile içi kapanıklıklarını beraberinde getirdi. Bu kapanıklık, gelirken getirdikleri dil olan Yunancayı kendi aralarında konuşmayı sürdürmeyi de getirdi. O gün gelirken getirdikleri Yunancayı aile içinde konuşurlarken çocuklarına da öğrettiler; onların meraklı olan torunları da bu dili öğrendiler. İyi ki öğrenmişler…
2012 Yılı Temmuz ayında Karakollar Köyü’ne bir adam geldi. Adam Yunanlıydı ve Makedonya sınırından, Ayas Yorgios’dan geldiğini söylüyordu. Köyden bu adı bilen yeni kuşak gençlerden bir kaçı hemen adama sahip çıktı. Çünkü Ayas Yorgios atalarının geldiği köyün yeni adı idi. Köyün eski adı Çurhli idi. Yarım yamalak Yunancalarıyla gelen misafire rehberlik ettiler ama yeterli olmadı ve bu misafiri Halil Vural’a yönlendirdiler.
Çurhli Muhaciri Mango Osman’ın Oğlu Halil Vural, emekli bir öğretmendi ve İzmir’de oturuyordu. Yunanlı Misafir zaman geçirmeden ona gitti.
UÇAN KUŞTAN HABERİ OLUYOR
Bu Yunanlı Misafirin geldiği haberini Çine’de birkaç kişi duydu. Konunun kapanıp gidecek bir hal aldığı günlerde Emin Aydın ile Karakollar Köyüne çay içmeye gittik. Emin beni alıp bir sürü kahveden, kimsenin olmadığı, kahvecinin tek başına oturup sinek avladığı bir kahveye götürdü. Nokta Atış: Kahvenin masasının üzerinde Yunanca bir broşür duruyordu. Bu broşür, gelen Yunan Misafirin getirdiği broşürlerden biriydi.
Uçan kuştan haberi olan Emin, Yunanlının geldiğini duymuş ve beni o nedenle Karakollar Köyü’ne götürmüştü.
“Çine’yi Çine yapan guruplardan biri Karakollar Köyü Muhacirleri; onları da işleyeceğini düşündüm” diyordu olayı basite indirgercesine.
Kısa bir sohbet faslından sonra, Yunanlının yönlendirildiği Mango Osman’ın Oğlu Halil’in telefon numarasını aldık ve köyden ayrıldık.
YAŞAYAN TARİH HALİL VURAL
Randevumuzu alıp Halil Vural’ın yanına giderken çok da heyecanlı değildim. Sonuçta 84 yaşında biri ile konuşmaya gidiyordum. Mübadele İnsanlarını soracaktım ama Halil Vural Mübadelenin yaşandığından 4 yıl sonra doğmuştu ve verecek olduğu bilgiler bana kesinlikle yetmeyecekti.
Hiç de öyle olmadı. Adam; Yunanca Türkülerle, Ayas Yorgios Belediye Başkanının anlattığı hikâyelerle karşıladı bizi. Babasının, annesinin, dayısını, hala ve teyzesinin anlattığı, o bir daha hiç gidilmeyecek olan uzak yerlerin öykülerini dün anlatılmış gibi hatırlıyordu Halil Vural.
“Birçok türküyü söz ve müziğiyle biliyorum” diyordu.
“Bu türküler literatürde kayıtlı mı bilmiyorum ama müzik ve sözleri bildik, ortalık yerde dolaşanlar değil. Çocukluğumda dilime dolanmış, unutmamışım. Ara sıra söyleyip keyifleniyorum.”
GEZEN Mİ ÇOK BİLİYOR?
Halil Vural Yunanistan’a üç kez gitmiş. İlkinde yanında Eğitmen Eşi de varmış: Selanik, Kavalan, Larissa, Atina, Pire gibi büyük kentleri dolaşmışlar.
“O gezi tertibi için İstanbul’a gittiğimde Lozan Mübadilleri Vakfı’ndan Sefer ile tanıştım. Hala orada Sekreter olarak çalışıyor. Onun sayesinde Vakfa üye de olduk” diyor gülümseyerek.
Sefer ikinci gezi için Halil Vural’ı aramış.
“Bu gezide anne babalarımızın doğduğu köyler gezilecek” demişti Sefer.
Halil Vural’ın eşi o geziye katılmak istememiş.
“Oysa asıl o geziye gelmeliydi Eşim” diyor.
“Gördüğümüz yerler, yaşadığımız olaylar bize o kadar çok şey öğretti ki iliklerimize kadar doyduk.
GİDENLERİN ÇOCUKLARI TÜRKÇE BİLİYOR
“Önce Selanik’e gittik” diye başlıyor gezisini anlatmaya Halil Vural.
“Oradan Langaza’ya (Atatürk’ün Dayısının Köyü) gittik. Orada, Tokat’tan gitme biriyle karşılaştık. Adam harika Türkçe konuşuyor. Geziye katılan arkadaşların ailelerinin göçtüğü köyleri dolaşmaya başladık sonra…
“Kastor Gölü var orada. Gölün kenarında da bir şehir var; Kastorya. Orada bir otele yerleştik. Otelin sahibi de Türkiye’den gitme biri; O da Türkçe biliyor. Bizimle birlikte geziye gelen Bursalı arkadaşların elinde resimler var. Orada bu resimleri yorumlayacak bir arkadaş aradık. Resimler Kastorya’da çekilmiş zamanında. Bizimle birlikte gelen o Bursalı arkadaşın anne ve babası 1957 yılında Yunanistan’a gitmişler. O fotoğrafları o zaman çektirmişler…
“Kastorya’da Rum Mübadilleri Vakfı var. Fotoğraflarla ilgili bize bilgi vermesi için O vakıftan bir kadın çağırdılar: Derneğin Başkanıymış çağırdıkları. Kadın geldi; aldı eline fotoğrafları, bakmaya başladı. Bir fotoğrafa geldi, durdu kadın. Eli titriyor, gözleri yaşarıyor. Biz bir anlam veremedik. Ne olduğunu sorduk kadına. Kadın o fotoğrafta 30 yıl önceki kocasının fotoğrafı olduğunu söyledi. Arkadaşın ailesiyle adam fotoğraf çektirmiş; o zamanlar belediyede görevliymiş adam. Sonra vefat etmiş. Kadın bize çok iyi davrandı bu olaydan sonra. Bizi aldı, götürdü. Bursalı arkadaşların daha önce oturdukları evde oturan Rum aileden izin aldı; bize o evi gezdirdi. Ev hala sağlam duruyor. Kadın hepimize o akşam bir yemek verdi.
“AYNI TOPRAKLARIN İNSANLARIYIZ”
“Ertesi gün birkaç köye daha uğradık ve bizim köye; Makedonya sınırında, şimdiki adıyla Ayas Yorgios köyüne vardık. Köyde şimdi muhacir mahallesi yok: 1944’de yıkılmış, yakılmış köy. Sonra yeniden kurulmuş…
“Köyde Belediye Başkanını çağırdık; Doktor bir belediye başkanı var köyün. Bizimle ilgilendi; öğleyin bizim için 50 kişilik yemek hazırlattı. Yemekten sonra biz adama teşekkür ettik. Adam: ‘Teşekkür etmenize gerek yok. Biz kardeşiz. Benim annem babam Anadolu’da doğup büyümüş, senin annen baban burada doğmuş büyümüş. Biz aynı toprakların insanlarıyız, kardeşiz. Bizim üstümüzdekiler bizi pisipisine karşı karşıya getiriyorlar; düşmanmışız gibi gösteriyorlar’ dedi.”
Halil Vural ve ekiptekiler Yunanistan gezisinde, Anadolu’dan gidenlerle, onların çocuklarıyla muhatap olmuşlar; Yunan Halkıyla pek muhatap olmamışlar.
“Buradan gidenler ve onların çocuklarının bize karşı iğne ucu kadar düşmanlığı, kini yok. Hepsi burayı özlüyor; Türklere karşı da büyük samimiyetleri var. Düşünsene bize şölen gibi yemek veriyorlar. Bir husumetleri olsa bizi yemeğe çağırırlar mı?”
ŞİRİNCELİ RUMLAR
“Katarına adında bir Yere daha uğradık” diyor Halil Vural.
“Orada iki tane mahalli dernek var. Biri Küçük Asya adında bir dernek; orada içecek ikram ettiler. Sonra Neo Ephesos (Yeni Efes) adında bir derneğe daha uğradık. O derneği Şirince’den giden Rumlar kurmuş. O kasabada bir mahalleye yerleşmişler, orada yaşıyorlar. Onlar bizi bırakmadılar, akşam yemeğine aldılar. Taverna müziği eşliğinde eğlendik. Orada söyledim ben o babamın bana öğrettiği türküyü. Mübadelede Türkiye’den gidenlerle nerede karşılaşsak bizi canla, başla karşıladılar ve ağırladılar.”
MÜBADELE GÖÇMENLERİ
Mango Osman’ın babası Yunanistan’da vefat ettikten sonra Anadolu’ya göç etmiş. En büyükleri Hayrullah; Âdem, Nuriye, Abidin, Fikriye; Çine Karakollar Köyü’ne gelmişler. Nuriye’nin kocası Muharrem köyde bekçilik yapıyormuş; erken yaşta ölmüş. Abidin tütün işi yapmış yıllarca; varlıklıymış.
Baba tarafından Ali Aga’nın torunu Halil Vural; Babası da Ali Aga’nın oğlu Nurettin. Yunanistan’dan göç sırasında köy olduğu gibi geliyor Çine’ye. Oradaki köyde kalan bir tek kişi bile yok. Atça’ya ve Eskişehir’e giden olmuş daha sonra ama ilk gelinen yer Karakollar Köyü.
Karakollar Köyü’ne gelip yerleşen Muhacirlerin Yunanistan’dan göçtükleri köyün adı Çurhli. Makedonya’ya yakın bir coğrafyada, Grebene’de bir köy Çurhli. Köyün şimdi kullanılan adı Ayos Yorgios.
“Karakollar Köyü’nün yarısı Yerli; geri kalan yarısı da bizim köyden göçüp yerleşenler” diyor Halil Vural.
“Karakollar Köyü’nden Yunanistan’a göç eden Rumların yerine bizimkiler gelip yerleştirilmiş buraya.”
VODİNA GÖÇMENLERİ
Karakollar Köyü’ne Vodina’dan (Bulgaristan) gelenler de var ama onlar Yunanistan’dan gelenlerden çok daha önceden gelmişler. Osmanlı – Rus Savaşından sonra gelip yerleşmişler.
Vodinalılar köye geldiklerinde en güzel yerleri almışlar, en güzel evlere sahip olmuşlar o zaman. Çurhli’den gelenler köyde işe yarayacak ev bulamamış; viran, dökük evlere yerleşmişler.
“Vodinalıların çoğu köyden ayrıldı” diyor Halil Vural.
“Abdullah Hoca vardı onlardan. Onun evinin yanında Mahmut diye biri daha vardı, o da onlardan. Eğitmen İbrahim vardı; Kara Ali Amcanın evinde duran bir aile vardı, adını hatırlayamayacağım. Onlar göçtüler köyden. Kimse kalmadı burada onlardan. İstanbul’a, Bursa’ya ve diğer şehirlere göç ettiler. Onlardan kalan yalnızca Hamal Ali var. O diğerleri gibi değildi; çoluğu çocuğu hala bizim oradadır Hamal Ali’nin. Bir de Topuz Sülalesi var; onlar da Vodinalı; göç etmedi ve kaldılar bizim köyde. Bir de Besim Amca vardı; Yumurtacı Besim. Gevrek verir karşılığında yumurta alırdı. Tüccar insandı; o da gitti köyden.”
KALANLAR ÇİFTÇİ AİLELER
“Onlar (Vodinalılar) çiftçi değildiler; biraz da amir, memur, okumuş ailelerdi; bilemiyorum” diyor Halil Vural.
“Oysa bizim köyden gelenlerin tamamı çiftçi ailelerdi. Vodinalılar çiftçilik yapmadıkları için Karakollar Köyünde yaşamlarını sürdüremediler. Bizimkiler geldiler burada da çiftçilik yapmaya başladılar. Uyum sağlayamadı Vodinalılar Karakollar Köyü yaşantısına. Bizimkiler için uyum sorunu yoktu ve gelip yerleştiler ve kaldılar Karakollar Köyünde…
“Bizim Yunanistan’daki köyden gelmeyen bir tek Zeynel Amca vardı. O bizim köyden değildi. Ona köyde, Yunanistan’dan geldiği köyün adıyla seslenirlerdi; şimdi o köyü hatırlayamayacağım. Onun köyü, bizim Yunanistan’daki köye çok yakın bir köymüş. Diğerlerinin tamamı bizim köyden (Çurhli’den) gelenlerdir.”
GELEN SÜLALELER
“Bizim Sülale Varlılar” diyor Halil Vural.
“Yunanistan’da epeyce mal sahibiymişiz biz, o nedenle Varlılar olarak anılıyorduk. Sülale bir de Nuri Dedem nedeniyle Nurke diye anılırmış.”
“Gelenleri sülale adıyla değil de, isimle analım isterseniz” diyor sonra.
“Mustafalar (Muçeyler) var; Annemin üst sülalesinin adı bu. Osman (Mango) ailesi var. Şu anda gelen sülaleleri saymam mümkün değil. 80 haneden fazla bir göç kafilesi var gelen. Bunları hatırlamam mümkün değil. Kaldı ki ben çocuktum bu isimlerin söylendiği zamanlarda.”
Karakollar Köyünden Yunanistan’a göç eden Rum Ailelerin nereye yerleştirildiklerini bilmiyor Halil Vural. Uzun zaman izini sürmüş ama bulamamış o aileleri. Yalnızca Karakollar Köyünden değil; Anadolu’dan Yunan Yarımadasına ve Adalara götürülüp yerleştirilen ailelerin izleri zor bulunuyor.
RUM KIZIN ÇEYİZİ
“Denizli Honaz’da yaşanmış bir olayı anlatayım size” diyor Halil Vural.
“Göç başladığında Rum Aile yola çıkmadan önce kızına ait çeyiz sandığını Türklerden samimi görüştüğü, güvendiği bir aileye teslim etmiş. ‘Biz geri döner miyiz, dönmez miyiz, bilemiyoruz. Bu sandık size emanet’ demişler…
“Sandığı emanet alan adam ölmüş ama sandık evde korunmaya devam ediyor. Yıllar sonra o sandığı emanet alan adamın oğlu, oğlunu sandığın sahiplerini bulması için göndermiş: ‘Bu sandığın sahipleri kimse bulacaksın ve bize bilgi vereceksin. Biz de bu sandığı teslim edeceğiz. Üzerimize yük olmaktan da kurtulacağız’ demiş.”
“Kemal Yalçın o arkadaşın adı” diyor Halil Vural.
“Hala Almanya’da yaşıyor. Kemal Yalçın, Honaz’dan Yunanistan’a göç eden o aileyi 3 yıl arıyor. Sonunda çeyizin sahibinin torununu buluyor ve teslim ediyor. Kelam Yalçın bu olayın romanını da yazdı: Emanet Çeyiz adıyla yayınlandı. Hürriyet Gazetesinde tefrika edildi o roman.”
“Demem şu; Kemal Yalçın o çeyizin sahibi aileyi bulmak için yıllarca koşturuyor Yunanistan’da. Bizim Karakollar Köyü’nden gidenlerin nereye yerleştiklerini bulmak çok zor, hatta imkânsız.”
PİRE’DEN PAVLO AMCA
“Bakın size başka bir olay anlatayım” diyor Halil Vural.
“Ziraat Bankası’nın güneyinde, şimdiki Akbank’ın olduğu yerlerde bir fırın vardı. O fırının sahipleri varlıklı insanlardı. Onlar bir tarihte Pire’ye gitmişler. Orada tanışmışlar Pavlo isimli bir adamla. Çine’de yaşamış bir adam bu. Uncu Tevfik Amca ile samimiydi. Tevfik Amca o zaman çıkan Kıroba Gazetesi’ni toplu olarak postayla gönderirdi ona. Pavlo hem Türkçe biliyordu, hem de Yunanca. Okurdu o Kıroba Gazetesini.”
Karakollar Köyü’nden giden Rum Kökenli ailelerin Yunanistan’a nereye yerleştiklerini bulmak gerektiğini söylüyor Halil Vural.
“Onlar da bu toprakların insanları; bulmak, tanışmak lazım aslında ama bu çok zor.”
Mübadelede Çine Merkezden giden Rum Kökenli aileler de var. Nedense onların yerine Muhacir getirilmemiş.
1924 GÖÇMENLERİ
Yunanistan’dan Mübadele sonucu gelen Muhacirlerin Türkiye’ye ve bağlı olarak Karakollar Köyü’ne geliş tarihi 1924.
“Lofça ve diğer bölgelerden gelen 93 (Osmanlı – Rus Savaşı) Muhacirleri ile bizim statümüz farklı” diyor Halil Vural.
“Lozan Antlaşması imzalanıyor. Antlaşmada bir madde var: Anadolu’daki Rumlar Yunanistan’a, Yunanistan’daki Türkler Anadolu’ya göç ettirilecek. Biz Lozan Antlaşması sonrasında Anadolu’ya gelen göçmenleriz. Onun adına becayiş (değiştirme) diyoruz.”
Halil Vural göç haritasını pek bilmiyor ama yaşlıların anlattıklarından aklında kalanları sıralıyor bize.
“Selanik üzerinden İzmir’e getirilmişler” diyor.
“İzmir’de bir süre konaklamışlar. Sonra trenle Aydın’a getirilmişler. Sonrasında Karakollar Köyü’ne gelip yerleşmişler.”
ÇURHLİ YAKILIP YIKILMIŞ
Halil Vural gezi için Çurhli’ye gittiğinde bir sürprizle karşılaşmış.
“Bizim ailelerin yaşadığı hiçbir yapı yoktu Çurhli’de” diyor.
“Köy, 1944 yılında Alman işgali yaşamış. O dönemde köyden çok sayıda çete üyesi çıktığı Almanlar tarafından tespit edilmiş. Çetelerin önünün kesmek, onlara gözdağı vermek için Çurhli’yi yakıp yıkmış Alman Birlikleri. O yakıp yıkma olayından sonra köy yeniden kurulmuş ve şimdiki haline gelmiş. Bizim ailelerin yaşadığı hiçbir bina yok şu anda. Hepsinin yerine yenisi yapılmış…
“İki katlı, bahçeli, şahane evler yapılmış bizimkilerin evlerinin yerine. Her evin bir garajı var. Göçmen mahallesi olarak anılan bir yer var ama kalıntısı yok şu anda. O zaman 200 hanelik bir köymüş; şimdi 600 hanelik bir belde Çurhli. Belediyelik bir yerleşim yeri sizin anlayacağınız.”
Halil Vural kafile olarak Çurhli’ye gittiklerinde Belediye Başkanının konuğu olmuş.
“Biz onun makamına gitmedik. Babası ‘Siz ta Türkiye’den gelmişsiniz, ne diye onun ayağına gidiyorsunuz? O sizin ayağınıza gelsin’ dedi ve Oğlunu aradı. Belediye Başkanı kısa süre sonra çıkıp geldi ve bizi çok iyi karşıladı.”
DİL TÜRKÜSÜ
Çurhli Belediye Başkanı Halil Vural ile birlikte geziye katılan diğer konukları bırakmamış. Onlara çeşitli içecekler ikram etmiş. Sonra da yemek ısmarlamış. Daha sonra taverna müzik dinletmiş. Halil Vural orada, çocukluğunda babasından duyduğu ve Yunanca sözlerini hala eksiksiz yineleyebildiği Dil Türküsünü söylemiş.
“Hiç biri türküyü hatırlayamadı, duymamışlar o güne kadar” diyor Halil Vural.
Israr ettik, bize de söyledi Dil Türküsünü Halil Vural. Yunanca sözleriyle müziğini mırıldandı önce. Sonra Türkçe sözlerini söyledi.
“Ey dil; sen gurbetleri geziyorsun
Çok yerler gezdin
Gel bize, bildiklerini anlat
Ben gurbetlerde gezdim
Diyarları dolaştım
Çok güzellerle düşüp kalktım
Esmeriyle, beyazıyla, sarışınıyla
En sonunda kısa boylu, iyi giyimli
Birisi yaktı yüreğimi yandırdı”
“Sadece Dil Türküsü değil aklımda kalan” dedi sonra Halil Vural.
“Bunun gibi birçok türkü var aklımda. Yunanca sözleriyle, müziğiyle hafızama yer etmiş. Müzik araştırmacıları tarafından bilinip bilinmediğini bilmiyorum ama Dayım çok güzel türkü söylerdi; Rumca ve Türkçe bir sürü türkü vardı hafızasında. Ben sanırım ona çekmişim. Hafızamda kalan türkülerin birçoğu dayımdan duyduğum türküler. ”
Bir Bağ Türküsünden söz ediyor Halil Vural. Onun sözlerini mırıldanıyor Rumca. Sonra bir Papaz Kızı Türküsü mırıldanıyor.
“Papaz kızı, papaz kızı,
Sen papazla evlisin
Kimi daha çok seviyorsun
Kocamı seviyorum ama
Komşumu daha çok seviyorum
Kocam mermer olsaydı,
Komşum da gül
Mermere basıp
Güle yetişseydim.”
(BU ÇALIŞMA ÇİNE BELEDİYESİNİN KATKILARIYLA HAZIRLANMAKTADIR)
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.