
KENT ARŞİVİ :28
RÖPORTAJ: Arif Ali Uyguç
FOTOĞRAFLAR: Emin Aydın
Son Dev İmparatorluk
Söğüt’te kurulduktan sonra çığ gibi büyüyen bir imparatorluk çökmek üzereydi.
Arap Yarımadası’ndan Tunus’a kadar yapılan işgaller tamamen durmuş, cepheler bir biri ardına kaybedilmekteydi.
Dayanılıp yıkılamadan geri gelinen Viyana Kapıları, türkülere konu olan Tuna Nehri hayalleri yok olup gitmişti.
Uyumak istemeyen çocuklarına Barbar Türk ninnileri söyleyen pusmuş Avrupalılar bir yandan 600 yıllık egemenliğin içten yıkılışını izlerken diğer yandan yıllar hatta yüzyıllar önce yıkılan devletlerini ardı arkasına kuruyordu.
Katolik Avrupa’nın Kudüs Hayallerini yüzyıllar önce yok eden O Dev Ordu artık evine dönüyordu.
Eve dönüşü fırsat bilen Alman, İngiliz, Fransız ve İtalyan Devletleri ve Papalık sevinçten yerinde duramıyor, örülen duvarın yıkılmasıyla önlerinin açıldığını görüyordu.
Son Dev İmparatorluk da yok olmak üzereydi. Güneyde kaybettiği cephelerin ardından kuzeybatı cephesini de elden çıkarma korkusunu yaşıyordu.
Ve Balkan Savaşları başladı.
Her cephede kaybeden Osmanlı Ordusu bir yandan geri çekiliyor, diğer yandan Anadolu’dan cepheye asker sevkiyatı yapıyordu.
Gençler zaten cephedeydiler; sıra 25’lik, 30’luk erkeklere gelmişti.
Anadolu boşalmış, boşaltılmıştı adeta.
Köylerde kör ya da topal olanlardan başka dolaşan erkek kalmamıştı.
Yanık Bir Kâğıt
Kaybedilen Balkan Savaşlarından sonra İstanbul ve Anadolu durulmaya ve yaralarını sarmaya başlayacakken 1. Dünya Savaşı çıktı.
Yetim kalan Alilerin, Ayşelerin sayısı giderek artıyordu, artacaktı.
Cepheden gelen yanıt kâğıtlar dul kalan eşlere gösterilmiyor, 3 ya da 5 çocuğu ile cepheye giden kocasının gelmesini bekleyen genç kadınlar tırnaklarıyla kazıdıkları topraktan elde ettikleriyle çocuklarını yaşatmaya çalışıyorlardı.
O günlerde, o yaşam savanını veren analardan birinin çocuğuyla; Ayşe Çetin ile bunları konuşarak başladık sohbete.
“100 yaşındayım” diye başlıyor Ayşe Çetin sohbete.
“Babam Seferberlik için yola çıktığında ben bir yaşındaymışım. Küçük kardeşim anamın karnındaymış o günlerde.”
Molla Alilerin Salih iki çocuğu ve iki aylık hamile eşini bırakıp gitmiş cepheye.
“Gelmemiş geriye” diyor Ayşe Nine.
“Yanık bir kâğıt göndermişler ardından. O yanık kâğıdı amcalarım göstermemiş anama; anam başka bir adamla evlenir diye. Mallar da o nedenle çar çur edilmiş, yenilmiş içilmiş. Biz Seferberlik Çocuğuyuz.”
(Yanık Kâğıt sözü, Kara Haber sözü ile eş değer bir sözcük. Seferberlikte silâhaltına alınanlardan şehit düşenlerin haberi yazılı olan kâğıt için kullanılan bir deyim Yanık Kâğıt.
Ardı Gelmeyen Dram
Ayşe Çetin’in annesi daha önce başka biriyle evlenmiş. Ondan çocuğu olmamış ya da fırsat olmamış.
Önceki eşini gün yüzü görmeden kaybetmiş Huriye Çetin.
“Annem babamdan önce başkasıyla evlenmiş. Ondan sonra babamla evlenmişler” diyor Ayşe Nine.
İki kızı kucağındayken ikinci eşini askere çağırmışlar.
Önceki eşinin bir hastalıktan mı kaybetti yoksa o da mı seferberlik çağrısıyla çekip askere gitti, onu bilmiyoruz, bilinmiyor.
Huriye Çetin kocasının gidişinden altı, yedi ay sonra doğurduğu çocuğuyla birlikte hayata tutunmaya çalışmış, binlerce Dul Anadolu Kadını gibi ayaklarının üzerinde durmuş ve başarmış biri.
Ayşe Çetin çocukluğunu, babasının ve cephede kalan diğerlerinin öykülerini dinleyerek geçirmiş. O günleri sanki yaşamış gibi, babaya özlemle ayrıntılı anlatıyor:
“Denizler kan olmuş o zaman. Dereler kan olup akmış. Süngü savaşları olmuş yıllarca. Herkes birbirini süngüyle öldürmüş.”
Huriye Çetin’in eşi 200 koyun 5 tane deve bırakıp da gitmiş askere.
“Kadın haliyle ne yapsın anam” diye soruyor kendi kendine Ayşe Çetin.
“Almış önüne, gütmüş koyunları. Develere bakan yok. Amcamlar idare etmeye çalışmışlar ama ne kadar idare edecekler? Satılıp savulmuş mal mülk.”
Hiç unutmamış Ayşe Çetin; Develer 42 sarı liradan satılmış o zaman.
Turalı, 300’lü Evlilik
Ayşe Çetin, Tokuroğlu Hoca Molla Mehmet’in Oğlu Muharrem ile evlenmiş. (1934) 5 kızı, 2 oğlu olmuş Ayşe Ninenin. Eşi Muharrem Çetin’i 1968 yılında kaybetmiş Ayşe Çetin.
“Alnımızda turamız diziliydi evlendiğimizde” diyor Ayşe Çetin.
“Boynumuzda 300’lü, 500’lü dizimiz vardı. Hepsi de dert başa geçince satılıp savılıyor.”
Oğlu Hacı Mehmet ve ailesinin yardımıyla 17 tane torunun olduğunu hesaplıyoruz Ayşe Çetin’in.
Torun çocuklarını sorduğumuzda aile bireyleri hep bir ağızdan bunu saymanın imkânsız olduğunu söylüyorlar. Ayşe Ninenin en az 80 tane de torun çocuğu var.
Oğlu Hacı Mehmet Çetin; “torunlarından bazıları da torun sahibi oldu” diyor. “Oturup saymaya kalksak içinden çıkabilir miyiz bilmiyorum.”
Umurköy’den Çine’ye Göç
“Oğlumla birlikte yaşıyorum burada” diyor Ayşe Çetin.
“Yürüyemiyorum; yürümeye çalıştığımda düşüyorum ama sağlığım yerinde. İyi bakıyor çocuklarım bana.”
Kış aylarında Çine’de oturuyor Ayşe Çetin. Yaz aylarında çocuklarıyla birlikte Kavşit Köyü Yaylasına göçüyor.
“Burası Çine’ye oranla daha serin” diyor Ayşe Nine.
“Burası gürültüsüz, sakin ve havası iyi. Çine yaz aylarında çok sıcak oluyor. Gönül burada daha huzurlu.”
Günümüz yaşamından memnun Haccı Nine. Kadınların işlerinin çok kolay olduğunun, çamaşır ve bulaşık gibi dertlerinin olmadığının altını çiziyor.
“Huzur var şimdi, yaşam kolaylaştı” diyor.
“Eskiden gün boyu çalışırdık, gelirken de bir arka (sırt dolusu) odunla gelirdik eve.”
Bir Yevmiye Bir Okka Et
“Tarlalara arpa, buğday, mısır, tütün ekerdik” diyor Ayşe Nine.
Eşi öküzlerle çift sürüp tarlaları hazırlarken Ayşe Çetin gündeliğe gider, eve destek olmaya çalışırmış.
“Boş duranı Allah sevmez oğlum” diyor.
Hasat zamanı eşiyle birlikte tarlalarında orak da kullanırmış Ayşe Çetin.
“Ekin biçmek zor değildir” diyor. “Elinden geliyorsa alacaksın orağı, çalışacaksın; çalışırdık.”
“Eskiden şimdiki bol para yoktu” diyor. “Yevmiye 5 kuruştu bizim zamanımızda. Akşama kadar çalışır, 5 kuruş alırdık; o parayla 1 okka et anca alabilirdik.”
(Okka: 1283 gram ağırlığında bir birimdir.)
“Allah eksikliğini çektirmesin, evimizin önünden tavuk eksik olmazdı. Sürüyle tavuğumuz olurdu. Gulugulularımızda (hindi) vardı bizim; onlardan keser yerdik. Köyde tavuğu bakması zor değildir; çiftçilik yapıyorduk ya; ambardan al bir avuç darı, at önlerine, karınlarını doyursunlar.”
Meyan kökü kazıp sattıklarını anlatıyor Ayşe Çetin.
“Herkes meyan kökü kazıp satardı. Cavurlara satardık meyan köklerini. Allah o günleri geri getirmesin. Şimdi bolluk, her şey var. O zaman nerde buluyorsun parayı? Eskiden iş yoktu, şimdi iş var, işleyecek insan yok. Şimdi genci de maaş alıyor, yaşlısı da. Para geliyor, neden çalışsın ki insanlar? Sağ olanı da alıyor, hasta olanı da. Yaşam kolaylaştı şimdi: arabalar var, telefon var.”
Görmedik Biz, Gösterilmedik
Gülsüm Molla Nine, Molla Mehmet gibi o dönemde Umurköy taraflarından tanınan, bilinen hocalardan namazlıklarını (sure, ayet ve duaları) öğrenmiş Ayşe Çetin. 1973 yılında da hacca gitmiş.
“Kamçıyla öğrendik biz namazlıklarımızı” diyor Ayşe Nine.
“Okuduklarımızı öğrenemediğimiz zaman basarlardı dayağı. Dayak yemeden öğrenmek mi var?”
Çocukluğu gibi gençliği de köyde geçmiş Ayşe Çetin’in.
“Biz Pazar, çarşı bilmezdik” diyor hayıflanırcasına.
“Pazar işlerini eşlerimiz görürdü. Alınacak olanları söylerdik, getirilen getirilirdi. Getirilmeyenin eksikliğini çekerdik ama sorun etmezdik, dert etmezdik.”
“Biz gezip dolaşmaya yaşlandıktan sonra başladık sayılır. Kızlar, oğlanlar, torunlar araba sahibi oldular da öyle gördük başka şehirleri.”
Çocuktan Başımızı Kaldıramazdık
“Eskiden çocuk çok olurdu; şimdiki gençler çocuk doğurmuyor” diyor Ayşe Çetin.
“Bir çocuk, iki çocuk yapıp bırakıyorlar. Aslında doğan nasibiyle doğar derler ama yapmıyorlar işte. Kendileri bilecek tabii, biz bilemeyiz.”
“Paranın olmadığı, işin olmadığı dönemlerde 8, 10 çocuk kazanırdı insanlar. Çocuk derdinden iş yapamazdı kadınlar. Ben çocuklarla uğraşırken namazımı kılamadığım zamanlar olurdu. Ne yapalım; günaha girdiysek çekeriz ama söyleriz Yüce Rabbimize: ‘Efendim, çocuk ile uğraşmaktan namazımı kılamadım’ deriz, mazeretimiz kabul olursa ne ala, olmazsa günah bizim.”
“Yaptıklarımızın ödülünü ya da cezasını çekeceğiz aşağıda” diyor Hacı Nine.
“Ellerimiz, ayaklarımız, bütün organlarımız bize hesap soracak. Onlara kötü davrandıysak cezasını çekeceğiz. ‘Gitmedim’ mi diyeceksin? Ayak; ‘gitti’ diyecek. ‘Görmedim’ mi diyeceksin? Göz ‘gördü’ diyecek. Allah bilir, biz bilemeyiz. Sağımızdaki melek sevaplarımızı yazıyor ya, Allah sağımızdan versin. Misafiriz dünyada; mekânımız kara toprak. Toprak temizleyecek ”
Kınalı Saçlar
Sohbetimizin bitimine yakın kınalı saçlarını açıp gösteriyor bize Hacı Nine.
“Zamanında anam saçlarıma kına yakmış” diyor.
“Kına alışkanlık yapıyor saçta. Şimdi yakmadığım z aman gözlerim kaşınıyor. Sanki mecburummuş gibi yakıyorum kınayı. Yeni yaktırdım daha; gözlerimin gidişikliği (kaşınması) geçmeyecekti öteki gibi.”
Yeni kuşak gençliğin saçlarını boyattığını hatırlatıyoruz.
“Zevkleri öyle gençlerin” diyor Ayşe Çetin.
“Kına saçı besler, güçlendirir. Boya fabrika işi. Saça zarar veriyordur. Kınanın faydası vardır, zararı yoktur.”
Günlerinin nasıl geçtiğini anlatıyor kısaca bize. Sabah kalkışından, akşam yatışına kadar geçen zamanını anlatıyor az duyan kulaklarını bize tutarak.
“Zamanı geçirmeye çalışıyorum” diyor ardından.
“Tespih çekiyorum, sakız çiğniyorum. Başka zevkimiz, neşemiz yok bu yaştan sonra. Kara toprağa gideceğimiz günü bekliyoruz.”
Gençler neslin sürmesi için çocuk yapmalarını öneriyor Ayşe Nine.
“Bir erkek çocuk olmalı” diyor.
“Kız evlenir, kocaya gider. Erkek çocuk nesli sürdürür, senin dizinin dibinde oturur, bakar sana.”
Oğlu Hacı Mehmet Çetin’den memnun görünüyor Ayşe Nine.
“Allah onlardan razı olsun, bakıyorlar” diyor.
GELECEK HAFTA: ÇEYİZLERİMİZ
(BU ÇALIŞMA ÇİNE BELEDİYESİNİN KATKILARIYLA HAZIRLANMAKTADIR)
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.