
Kent Arşivi-Ulu Çınarlar Konuşuyor: 10
Röportaj: Arif Ali Uyguç
Fotoğraflar: Emin Aydın
Her Hafıza Ayrı Bir Hazine
“Çine Kent Arşivi Ulu Çınarlar Anlatıyor” adıyla başlattığımız proje yavaş ve emin adımlarla ilerliyor. Her hafta yeni bir yüz, parıldayan yeni bir hafıza ile karşınızda olmak bizi mutlu ediyor ve öğrendiklerimizi, duyduklarımızı sizlerle paylaşmayı sürdürüyoruz. Her defasında, yeni biriyle röportaja giderken içimde bir şüpheyle gidiyorum. ‘Acaba’ diyorum, ‘bir önceki röportajda dinlediklerimizi mi dinleyeceğiz?’
Bu şüphe karşımızdaki Ulu Çınarla konuşmaya başlamamızdan birkaç dakika sonra yok olup gidiyor. Birkaç mekân ve önemli olduğu için birçoğumuzca bilinen bir iki olay dışında her biri ayrı konulardan, ayrı olaylardan, ayrı kişi ve mekânlardan söz ediyor. Benimle birlikte bize korkunç keyif veren bu son sohbetimizden dönüşte Emin Aydın şu sözleriyle yaptığımızın ne kadar da güzel olduğunun altını çizdi:
“Verimli bir çalışmanın altına imza atıyoruz Abi” dedi. “Farkında değiliz ama Cumhuriyet Dönemi Sonrası Çine’sini yavaş ama emin şekilde çizmeye başladık. Gittiğimiz her Ulu Çınarın hafızası ayrı bir hazine.”
O, hazine değerindeki hafızalardan bir ile daha birlikteyiz bu hafta. Çine’de 40 yılı aşkın süre berberlik yapan, çocukluğundan bu güne Çine’yi ve Çinelileri dünmüş gibi hatırlayan Berber Durmuş Atıgan ile birlikteyiz.
Evciler Köyü’ndeki evine vardığımızda bizi kapının önünde karşıladı Durmuş Atıgan.
“Çine’de de evim var ama burada yaşamayı seviyorum” diye açıklama getirdi. “Köyüm sessiz ve sakin. Burada insanlar daha samimi, daha içten.”!
Evinin duvarlarındaki Atatürk fotoğraflarını göstererek; “Çok emek verdi Ülkeye” dedi. “O, Türkiye’yi yeniden kurdu. Ondan sonra İsmet İnönü geçti başa. Geçer geçmez de Alman Harbi başladı. Harp yüzünden her şey karneye bağlandı o zaman. Ne dedi İnönü; ‘sizi karneyle doyurdum, belki aç kaldınız, çok zorluklar çektiniz ama savaşa girmediniz.’ Almanlar Bulgaristan’ı aldılar, Macaristan’ı, o bölgeyi komple aldılar. Sonra Rusya’ya gittiler. Orada soğuktan donup kaldılar. Biz savaş haberlerini radyolardan ve gazetelerden öğrenirdik o zaman. Hemşire, Köroğlu, Hürriyet, Yeni Asır gibi gazeteler getirilirdi Aydın’dan. Okuryazar oranı çok düşüktü. Biri kahve köşesinde gazete okumaya başladığında millet başına toplanır, onu dinlerdi.”
Berber Durmuş Çavuşun Oğlu
“Babam Durmuş Çavuş Çine’nin ilk berberlerinden sayılır” diye başlıyor anlatmaya. “Sarrafların (Armağan Sarılar’ın babası) hanının oradaydı dükkânı. Annem Evciler Köyü’nden İllezler (büyük olasılıkla Yörükan Taifesinden İlyaslar Aşiretinden) sülalesinden. Üç kız, üç erkek kardeşiz biz. Ben en küçükleriyim. Annem daha önce amcamla evliymiş. Amcam öldükten sonra babamla evlenmişler. Amcamdan iki kız çocuğu daha var annemin” diye kısaca ailesini anlattıktan sonra kendisine geçiyor.
“1951 yılında evlendim. Eşim Sarıoğlu Mahallesinden Nebiye. Üç çocuğumuz var; iki erkek, bir kız. 7 tane torun var. 3 tane de torun çocuğu.”
1925 yılında doğmuş Durmuş Atıgan. “Üç yıl kadar geç yazılmış olabilirim” diyor. “O zamanlar kayıtları muhtarlar tutarmış. Eksik yazıldığımı düşünüyorum. Tahsilim yok. Askerliğimi Çanakkale’de yaptım. 1944 yılında gittim, 1947 yılında geldim. 36 ay idi bizim zamanımızda askerlik.”
Birden o günlere dönüyor Durmuş Amca.
“Neler çekti bu millet biliyor musunuz” dedi birden. Bunu bir kez daha tekrarladı sonra ve anlatmaya başladı: “Bir dolu akdarı, gumdarı almak için taa Söke Ovalarına kadar gittiler de bulamadan geri geldiler. Buralarda da ekiliyordu ama harb başlayınca hükümet vatandaşın elinde avucunda ne varsa aldı, götürdü. Şimdi bir seferberlik olsa, Hükümet kapını çalar. Öyle olunca elindekinin yarısını saklayacaksın, geri kalan yarısını göstereceksin. Belki hepsini alacak elinden senin. ‘Ben sana veririm ihtiyaç olduğunda’ diyecek. Sonra da vermeyecek, aç kalacaksın. Gerçi şimdi o devirlerden devir yok da; olursa hani diyorum. Umurköy’ünden Kazım vardı, Muhtardı o zaman, öldürdüler onu. Kahraman Köyü’nden Arnavut İsmail Efendi vardı. Bütün ileşberlerin getirdiği buğdaylar onların depolarında toplanırdı. Götürürsün, bakar, beğenmez, çuvalı sana geri verir. ‘Bu iyi temizlenmemiş. Bunu temizle öyle getir’ derlerdi. Onlarda toplanan zahireler Armağanların Hanında depolanırdı. Şimdi, Ziraat Bankası’nın arka tarafında araba konulan yer var ya, işte orada depolanırdı.”
Savaş öncesinde Çine’nin bolluk içinde olduğunun da altını çiziyor Durmuş Atıgan: “Adam evinden bir dolu arpa getirip bakkala verir; ‘bana bir paket sigara ver’ dediğinde bakkal; ‘benim evimdeki arpayı tavuklar yemiyor’ der, almazdı takasa getirilen arpayı, buğdayı. Bolluk vardı daha önce. O bolluğun yok olmasının sebebi işte Alman Harbi.”
Çine’deki Hanlar ve Esnaflar
O günlerin Çine’sini önümüze seriverdi arkasından; sanki öyle bir zorunluluğu varmış gibi.
“Hanlar vardı Çine’de” dedi. “Sayıvereyim size hepsini: Koca İbrahim’in Hanı, Topal İsmail’in Hanı, Sağır Dursun’un Hanı, Hacı Amad’ın Hanı, Yanık Han, Aloğlu’nun Hanı, Molla Yusufların Hanı, Sarı Velinin Süleyman’ın Hanı, Havutçuların Hanı, Hafız Hidayet’in Hanı. Hanların tamamı Aksekililerin ve Tavaslıların idi.
Hanlarda Odabaşılar olurdu. Gelene, gidene yer gösteren, yerleştiren kişilere denirdi Odabaşı diye. Köylerden tütün satmaya gelenler hanlarda kalırlardı. Yorgansız, mindersiz yatarlardı hanlarda. Geldiği gün satılmazdı ki tütün. Bir iki gün kalırlardı tütün satmaya gelenler.”
Durmuş Amca, o parıldayan hafızasıyla o günlerin sözü geçen Çineli esnaflarını da sıraladı önümüze: “O zamanın önde gelen esnaflardan Terzi Fuat vardı. Yavaşoğlu vardı, Hakkı Çobanoğlu vardı. Terzi Hüsnü vardı; çok ünlü bir terziydi o. Çocuğu çolanı yoktu onun. Duba vardı. Tatlıbaşların dükkânı vardı, çerçi dükkânı. Mehmet Gönezer vardı, ayakkabıcı, meşhurdu. Aşçı Mehmet Akın vardı. Bursalı bir aşçı vardı; Bilal Usta idi adı. 42 yangınında battı, çekip gitti buradan. Şevket Beyin Oğlu vardı; Doktor Hüsnü Bey. Meşhurdu. Hüsnü Beyin dedesi Çine’de Kaymakammış önceden. Caminin orada Berber Salihler vardı. Manifaturacı Cerit Osman vardı. Kasap Hakkı vardı. Gökdeli (Eskiçineli ama kasabada otururdu) ile ortak Aşçı Fehmi vardı.”
Bizim kendisinden ne öğrenmek istediğimizi bilircesine anlatmaya devam ediyor Berber Durmuş: “Çarşı camisinin batı tarafı mezarlıktı; daha sonra kaldırıldı. Deli Sarrafın (Sarılar) yerinde (şimdiki Ziraat Bankası arkasındaki araba park yeri) muz ağaçları vardı o zaman.”
Berberlik Yılları
Çine’yi anlatmaya o kadar dalmıştı ki kendinden söz etmeyi unutmuştu Berber Durmuş.
“Ben berberliğe babamın yanında başladım” diyerek kendini anlatmaya başladı sonra. “Usturayı elime 1938 yılında aldım. İki tane ağabeyim var, onlar da berber. Babamın ölümünden sonra ben onların yanında devam ettim. Onlar 1947 yılında bıraktılar berberliği. Dükkanı ben devraldım. Emekli olana kadar, 1986 yılına dek devam ettim berberliğe.”
Kendisi gibi berberlik yapanları sorduk; “O zaman meşhur berberler; Muharrem ile Mustafa vardı, Ziraat Bankası karşısında. Hâkimler, savcılar, ileri gelenler oradan tıraş olurlardı. Çolak Ahmet’in Orhan vardı, o da ileri gelenleri tıraş ederdi. Muğlalı Durmuş vardı. Berber Salihler vardı.”
Şerbetlikten, bahşişten çıktı sohbet daha sonra. “Çocukluk, çıraklık yıllarında şerbetlik verenler olurdu ama daha sonra olmadı” dedi Durmuş Atıgan. “Düğünlere gider, damat tıraşı yapardık. O zaman fazlasıyla tıraş parasın alırdık. Perşembe günü akşamüzeri düğün evine gidilir, damat evin avlusunda bir sandalyeye oturtulur, tıraş edilirdi. Tıraştan sonra damadı alır hamama götürürlerdi. Gelin alayı gelmeden de dönerdi damat.”
Yaşanan büyük yangın geliyor sonra aklına. “Bizim dükkânın yeri; bir yanımızda Ziraat Bankası, bir yanında Cumhur’un fırını vardı. Oralar 1942’de yandı; bir Perşembe günü sabahleyin saat 10 sıralarında. Orada Askeri Gatarı vardı. 1942’nin haziran ayında yandı. Ümit Güney’in karşısındaki Askeriyenin saman deposunun oradan başladı yangın. O yangında Cumhur’un Fırınına kadar bütün dükkânlar yandı. Ümit Güney’in dükkânının oradan başladı, bizim dükkâna kadar geldi” diyerek o yangının kesin tarih olmasa da gün ve saatini bize aktardı farkında olmadan.
“Makineler Aydın’da bileylenirdi” diyerek berberlik günlerini de anlatmayı sürdürdü ardından. “Her zaman Aydın’a gidemiyoruz. Sonradan Zeki Usta geldi, buradan evlendi. O başladı makineleri bileylemeye. Aydın’a gitmedik artık.”
Hatırlayabildiği çıraklarını saymaya başladı ardından.
“Soğancılardan Mehmet Gönezer, Sarıoğlu’ndan Mustafa Çakan, Alaaddin, Aziz Çakan, Eskiçine’den Ali Demir, Sezai vardı yetiştirdiğim ustalardan.”
O Günlerin Çine’si
Berber Durmuş Amcaya o günlerin Çine’sini anlatmayı sürdürmesi için hatırlatmalar yapmayı sürdürdük. Bize, daha önce konuştuğumuz Ulu Çınarların anlattıklarını tekrarlamaktan öteye, eklemeler yaparak anlattı Çine’ni o günlerini:
“Su ihtiyacı çeşmelerden karşılanırdı. Çarşı camisinin önünde vardı bir çeşme, kasap dükkânlarının olduğu yerde vardı bir çeşme, Atıf Beyin evinin (Hamama yakın yerde) orda vardı bir çeşme, Serpil Sineması sokağında vardı bir çeşme, Kılcıların evinin orda (Gölbaşı yanında) vardı bir çeşme, bir de Cavur çeşmesi vardı.”
Mürüvvet Erol’un sözünü ettiği göl ile ilgili sorduğumuz soruya yanıtı ise daha ayrıntılıydı:
“Evet, eski hayvan pazarının orada bir göl vardı. İnsanlar bazı günler orada toplanır, piknik yaparlardı” dedi ve ekledi; “Hatıpların Gölü denilirdi o göle. Gölbaşı Camisinin orada vardı bir göl. Evciler Mezarlığının orada vardı bir göl. Kanlı Göl denilirdi adına. Neden o adla anılırdı bilmiyorum.”
Yol Vergisi
“Menderes iktidara geldikten sonra yaşamda değişiklikler oldu” diyerek o günlerin sosyal yaşamını anlatmayı sürdürdü Durmuş Amca: “Para 47, 48’lerde bollaşmaya başladı. O zamanlar 6 lira yol parası (vergisi) vardı. 3 lirası bir alınırdı, 3 lirası sonra alınırdı. 18 yaşını geçen herkese vardı o vergi. Kadınlara yoktu. Veremeyenler İncekemer’e yol yapmaya giderlerdi. On, onbeş gün yolda çalışır, borcunu öderdi. 53- 54’den sonra kalktı yol vergisi. Tahsildarlar gelirdi eve; vergiyi vermedinse evde olan eşyalardan götürülürdü. Tahsildar gelir alırdı evindeki işe yarayan eşyaları.”
“Osman Çavuş vardı, karakolda” dedi sonra Durmuş Atıgan, o günlerin değişim sürecinin bir parçası olduğunu düşünerek olsa gerek. “O çağırdığı zaman insanların eli ayağı tutulurdu. Karakolda eşek sudan gelene kadar döverdi adamı. Havuza sokar çıkarır döverlerdi. Ben o zaman 7, 8 yaşlarındayım. Bu askeriyenin adam çağırıp dövme olayları Demokrat Parti’den sonra kalktı.”
Tellal Kaya
“Eskiden cumhuriyet bayramları olurdu” dedi o günlerin bayramlarının tadını bize aktarmaya başladığında. “Muhittin’in kahvesinin önünde, belediye meydanında yapılırdı şenlikler. O zaman belediye şimdiki taksi durağının oralardaydı. Bütün dükkânlar kapatılırdı Cumhuriyet Bayramı olduğunda. Tellal Kaya vardı burada, o bağırırdı. ‘Kaymakamdan aldım emir, Belediye reisinden aldım tembih, herkes dükkânını kapatsın, bayram yerine gelsin’ diye bağırırdı. Dükkânını kapatıp gelmeyen 5 lira para cezası öderdi. Sandalyeyi dükkânın önüne koyacaksın, cumhuriyet meydanına gideceksin. Kaymakam bir konuşma yapardı orada. Arkasından Etem Yaman (Kadıköylü) bir konuşma yapardı. Onun konuşması iyiydi o zaman. Konuşmalardan sonra Muhittinin kahvesinin önünde, bir de belediyenin önünde davul zurna ile çalgılar çalardı. Sarı Velinin Hidayet vardı; çıkardı meydana, bir saat oynardı.”
“Tek bir yerde bağırmazdı Tellal Kaya” diye açıklama getirdi ardından Durmuş Amca. “Tellal cumhuriyet meydanında, Havuzlu Kahvenin orada, çarşı camisinin orada, Hafız Hidayet Hanının orada bağırırdı, duyururdu bir emir olduğunda. Tellallar parayı senden benden alırlardı. Biri kalkıp üç kuruş verse onun methini eder, ortalık yerde onu öven sözler söylerlerdi. Tellal Kaya’nın eşi terziydi. Eli iyi iğne tutardı. İki oğlu vardı, Aydın’a gittiler sonradan, ölmüşlerdir şimdi.”
İnce Memed
Sohbetimizin sonlarına doğru hafızasının ne kadar yerinde olduğunu bize kanıtlamak istercesine bir türkü tutturdu Durmuş Atıgan. Nükte ve güftesini eksiksiz serdi önümüze titreyen sesiyle:
“İnce Memed de efem, inip gelir de inişten
Görünmüyor efenin Amman, her tarafı da gümüşten
Amanın de dostlar, dostlar, avdan geldim de yorgunum
Yorgun da değil güzelim Amman, ben sevdiğime vurgunum.”
Yeni Kuşak Samimi Değil
“Eski samimiyet yok artık insanlar arasında” dedi ardından Durmuş Amca. “Eskiden öğleden sonra dükkânların önünü sulardık, otururduk önlerine. Konu komşu sohbet ederdik saatlerce. Kimisi tavla oynardı, kimisi sohbet ederdi. Şimdi onların hiç biri yok. Samimiyet kalmadı insanların arasında. Şimdi herkes kendi derdinde görünüyor, yaşıyor. Gemisini kurtaran kaptan durumu var şimdi.”
Gençlere öğüt vermeyi de ihmal etmedi Durmuş Atıgan:
“Akıllı olacaksın. Hayrını yapmayı ihmal etmeyeceksin. Kazandığını iyi hesaplayıp iyi harcayacaksın. Bir miktarını kenara koyacaksın. Altın en iyi yatırım. Parayı tutup yaksan, ‘beni neden yakıyorsun’ demez. Altın, küçük bir altın alıp köşeye koyacaksın, biriktireceksin. Herkese iyilikle karşılayacaksın. Sana kötülük yapana da iyilikle karşılık vereceksin. Akıllı evlat yetiştireceksin. Evlat adamı hem yaşarken mezara sokar, hem minareye çıkarır. Evladını akıllı yetiştireceksin.”
Not: Berber Durmuş Atıgan sohbetimiz sırasında ağabeylerinin de öğretmenliğini yapan bir Fatma Hoca Hanımdan söz etti. Yanlış duymadıysak adı geçen kadın Belediye Encümen azası (meclis üyeliği) görevinde de bulunmuş. Kayıtlarımızda bu güne kadar olmayan bu kişilik ilerleyen zamanda araştırılacaktır.
(Bu çalışma, Çine Belediyesi’nin katkıları ile hazırlanmaktadır)
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.