• 7 Eylül 2012, Cuma 09:43

Bedellikten İlköğretim Müfettişliğine: Halil Vural

KENT ARŞİVİ : 32
RÖPORTAJ: Arif Ali Uyguç
FOTOĞRAFLAR: Emin Aydın

Nüfusun %80’ine yakınının köylerde yaşadığı dönemlerde, kalkınmanın köylerden başlaması gerektiği düşüncesi ortaya atılmış ve köylere bilinçli öğretmen ve eğitmenler gönderilmişti. Yıl 1936. Bu eğitim devriminin ürünü olan yüz binlerce köy çocuğu okutulmuş, eğitilmiş, öğretilmiş ve yine doğup büyüdüğü köylere geri gönderilmiş, kendi köyünün kalkınması için çalışamaya başlamıştı. O köy çocuklarından biri olan Halil Vural ile birlikteyiz bu hafta.

GÖÇMEN ÇOCUĞU
Mübadeleyle Yunanistan’dan göç edip Karakollar Köyü’ne yerleşen bir ailenin çocuğu Halil Vural. 1928 yılında doğmuş. Babası Nurettin, Annesi Fikriye; Göçmen Mango Osman’ın kızı; iki erkek çocuk doğurmuş ve 1931 yılında vefat etmiş. Babası başka bir kadınla evlenmiş. Halil Vural’ın o kadından üç kardeşi daha olmuş.
Annesinin ölümünden sonra Hali ile kardeşi İsmail’in hayatı zindan olmuş.
“Üvey Anne diye bir söz var ya; biz tam anlamıyla onu yaşadık” diyor Halil Vural.
“Kadın bize o kadar kötü davranıyordu ki anlatamam. O dönemde halamlar ve teyzemler bize destek oldular ama evin içinde o kadınla biz vardık.”

HALİL VURAL’IN ÖĞRETMENLERİ
Halil Vural zamanında ilkokulların ilk 3 yılı köylerde okunuyor ve diploma alınıyormuş. Üç yılı köyünde okumuş Halil Öğretmen.
“İlk öğretmenimiz Mehmet Hoca idi. İmam Hatipliydi o. Elinde sopayla dolaşırdı ve o sopayla kafamıza vurur dururdu. İkinci yıl Fevzi Cengiz geldi bize. Kazım Karabekir’in toplayıp okuttuğu çocuklardandı o. O ayrıldıktan sonra yine Öğretmen okullarından mezun olan Mehmet Oğuz geldi bize öğretmen olarak. 3. sınıfı Oğuz Öğretmende okuduk ve diploma aldık.”
“Çine’de Rüştü Bey vardı öğretmenimiz. Çine’den evliydi o. Uzun boylu bir adamdı. Müdürümüzün adı da İzzet Beydi. Onların soyadlarını şimdi hatırlayamıyorum. 4. sınıfı Çine’de okuduk ve sonra yeniden köye geldik. 5. sınıfta okurken yine öğretmenimiz Mehmet Oğuz’du.

KÖYLÜLER SOĞAN EKMEK GETİRMİŞ
1938 - 39 yıllarında, okula devam etmek için Çine’ye Kız Mektebi İlkokulu’na kaydını yaptırtıyor ve 4. sınıfı bitiriyor Halil Vural.
Okulun başladığı günlerde evden sefer tasıyla okula yiyecek götürüyor Halil Vural. Okulun karşısındaki bir binanın iki odasından birini yakın köylerden gelen öğrencilerin yemek yeme yeri olarak ayırmışlar.
“Biz oturup yemek yemeye başladığımızda, kasabanın yerli (ki o zamanlar Çine çok da büyük bir yer değil ama merkez konumunda ve ilçe merkezi olduğu için yaşam biraz daha farklı) öğrenci zibidileri yanımızdan gelip geçerken ‘Aaa, bak, bak, bak. Köyüler pırasa getirmiş; zeytin, soğan getirmiş” gibilerden takılırlar, alayımsı konuşurlardı. Bu konuşma ve takışmalardan sonra babama ‘ben okula çıkın götürmeyeceğim, bizimle alay ediyorlar’ dedim. Nenemi devreye soktum bu ara. Sonunda babam ikna oldu ve günde 5 kuruş vermeye başladı.”
“Beş kuruş çok para o zaman” diyor Halil Vural.
“100 parayla (40 para 1 kuruş) karnımızı doyuruyoruz. Bir tabak köfte, bir parça ekmekle karnımızı doyuruyoruz o zaman. Okulun karşısında uzun boylu, Abdurrahman adında bir köfteci vardı, onun orada yiyorduk köfteyi. Her zaman köfte yemiyoruz elbette. Okulun tam karşısında Kırşehirli mi Akşehirli mi Ali Amca vardı; Oğlu vardı Etem, benim sınıf arkadaşım. Onun oraya helva ekmek yiyorduk bazı zamanlarda; o da aynı para.

YAŞAMIN GEÇİŞ DÖNEMİ
4. Sınıftan sonra bir yıl ara veriyor ve 1940 – 41 öğretim yılında köye 5. sınıf açılıyor ve okulu o yıl bitiriyor Halil Vural. Okulu bitirdiği sene Öğretmeni Mehmet Oğuz, onu Köy Enstitülerine göndermek istiyor ama babası kabul etmiyor.
“3 Çocuk seçti Mehmet Öğretmen. Babalarımız bizi kayıt için okula götürüyor. İlk ikisinin babası yolda çocuklarının okula kaydını yaptırtmaktan vazgeçti. Onlar vazgeçince Babam da vazgeçti.”
“Belki de babamın okumamı istememesinin nedeni 4. sınıfta yaşadıklarımdı” diyor Halil Vural.
“4. Sınıfta her gün yemek ve diğer giderler için 5 kuruş harçlık alıyordum ya; arkamdan kardeşim de geliyor. Babam, ‘Sana her gün 5 kuruş harçlık veremem’ diyerek benim okula gitmeme engel olmuştu. Kendince haklıydı elbette. Bir dolu buğday 20 kuruş. Ne kazanıyorsun da ne harcayacaksın? Okumamız mümkün değil o şartlarda.”

KÖYLÜNÜN MEKTUPLARINI YAZIYORDUK
“Karakollar Köyünde okuma yazma bilen iki kişi var o zaman” diyor Halil Vural.
“Babam ve Necip Çavuş; İkisi de hem eski yazı biliyorlardı, hem de Latin alfabesini. Onlardan başka köyde okuma yazması olan yoktu o dönemde. Benim doğduğum sene Latin alfabesine geçildi ya; ikisi de bir haftalık zaman içinde yeni yazıyı (Latin Alfabesini) öğrenmişler. Babam bana ‘Sen çok şanslısın. Ben iki yıl gittim Arapçayı öğrenmek için; sen çok kızsa zamanda okuma yazmayı öğreneceksin’ derdi. Gerçekten de biz okula gitmeye başladıktan iki ay sonra okuma yazmayı sökmüştük. Köye gelen mektuplar ya Necip Çavuşa geliyor ya da babama. Ben okumayı söktükten sonra, Babam gelen mektupları bana verip okutmaya, yazdırmaya başladı.”
“Ne yazıyor mektuplarda” diye soruyoruz.
“Her zaman yazılan şeyler” diyor Halil Vural.
“Herkesten birer kucak dolusu selam gönderilir önce. Ardı arkasına sıralanır selamlar: Anne, baba, dede, nine, kardeş, yakında olan dayı, amca falan; herkesten selam yazılır önce mektuba. Sağlıklarıyla ilgili bilgi verildikten sonra; Sen nasılsın, diye sorulur. Ardından da bir şey isteyip istemediğine gelinir. Diyelim Annesi ‘2,5 lira gönderelim’ dedi. Mektubunu bitimine doğru gönderilecek olan paranın miktarı da yazılır, bitirilirdi mektup. Mektubun onuna bir de beddua yerleştirilirdi: Haydi mektubum uğurlar olsun; seni yoldan alıkoyanın gözü kör olsun, diye.

HİZMETKÂRLIK AYLARI
Babası 1941 yılında vefat ediyor. Halil o zaman 13 yaşında.
“Babam kağnı arabasının altında kalarak öldü; benim gözümün önünde” diyor acı olayı anlatırken hüzünlenerek.
“Babam öldüğü yıl ben Kazım Ağaların (Kazım Kaz) yanına hizmetkârlığa durdum” diyor gülümseyerek.
“Küfürbaz, lafını ölçmeden söyleyen bir adamdı o. Gerçekten insanın gücüne gidecek şekilde küfür ederdi ama yapacak bir şey yok. Katlanacaksın; hizmetkâr durmuşsun sonuçta. Yıllık 30 lira para aldım o hizmetkârlıktan; bir takım da elbise. Okula gidene kadar onların yanında kaldım. Lacivert bir takım elbise yaptırtmıştı bana Kazım Ağa. Ben o lacivert takım elbiseyle Köy Enstitüsüne gittim.

TEYZEME BİTLİ ELBİSELERLE GİTTİK
“Babam öldükten kısa bir süre sonra Üvey Anne bizi evden kovdu” diyor birden geriye dönerek.
“O zaman Teyzem Nuriye bize sahip çıktı. İlk evine gittiğimiz günü çok iyi hatırlıyorum. Teyzeme; ‘bizi içeriye alma’ dedim. Almaması gerekiyordu çünkü üstümüz başımız bit içindeydi. Onun evini de bite boyamaya gerek yoktu. Dedim; ‘İçeriye girmeden, dışarıda halledelim bu işi.’ Teyzem benim bu sözümden sonra saman damının içine bir ocak yaktı; üzerine bir kazan koydu ve suyu kaynattı. Bu ara köydeki yaşlı berberi çağırdı. Berber bizim saçlarımızı sıfır numara kesti. Elbiselerin dikiş yataklarında dizilmiş yüzlerce bitle dolu elbiselerimiz. Onları içinde su kaynayan kazanın içine attı ve elbiseleri bir güzel kaynattı. Bizi de tepeden tırnağa yudu, yıkadı. Yıkandıktan sonra içeriye aldı bizi. İçerde kendi çocuklarının elbiselerinden elbiseler verdi ve biz temizlenmiş olduk.”

KÖY ENSİTÜSÜNE GİDİYOR
Babasının ölümünden sonraki yıl (1942), Halil’in 2. sınıftaki öğretmeni Öğretmen Fevzi Cengiz (Gezici Başöğretmen: Öğretmen iken kurslara katılıp bitirenler bu Ünvanı alıyormuş o zaman. Bu öğretmenler Eğitmenlere yardımcı olmak için eğitilen kişiler) geliyor ve onun sayesinde yeniden Köy Enstitüleri gündeme geliyor. Dilekçe gönderiliyor.
“O zamanlar Belediye’de arozözde çalışan, uzun boylu Mustafa adında bir adam vardı. Onun kız kardeşi ile evlenmişti Fevzi Öğretmen. Bir süre daha kaldı o Çine’de sonra gitti buralardan.”
Köy Enstitüsüne başvuru dilekçesini Fevzi öğretmen yazıp göndermiş. Kısa bir süre sonra cevap gelmiş ve Halil Vural’ı kabul etmişler.
Kabul edilmiş ama kefil gerekiyor; köyde kendisine kefil olacak insan bulamamış ilk başta. Çaresiz oturup kalmış ama Teyzesi “Abidin Dayına git, o sana kefil olur”  demiş. Evrakları alıp Abidin Dayısının yanına gitmiş.
“Dayım her zamanki gibi Kara Mehmet’in Kahvede Osman Efendi ile tavla oynuyordu” diyor.
“Yanına varıp durumu anlattım, evrakları aldı, imzaladı ve bana verdi. Biraz da para koydu cebime, beni gönderdi.”
Halil Vural iki yıl Kızılçullu’da okuduktan sonra 1945 yılında Ortaklara geliyor. 3 Yıl orada okuyor ve 1948 yılında Ortaklardan mezun oluyor.

DÖRT KÖYLER İLKOKULU
“Çine Akçaova 4 Köyler İlkokuluna tayin oldum. Orada ilk yıl bekâr olarak kaldım ve 1949 yılında evlendim. Eşim Melahat Eğitmen Kurslarından mezun. O, evlendikten sonra 1. sınıfları okuttu. Ben diğer sınıfları okuttum.”
İlk maaşı 70 lira Halil Vural’ın. Öğretmenler o zaman İl Özel İdare’den alıyor maaşı. 7 lira da Başöğretmen ek maaşı var.
Eşi Melahat, Çine Hamidabat Mahallesinden, Kunduracı Tevfik’in kızı.
1950 yılında Kızı Ülkü dünyaya geliyor. Bir yıl sonra (1951) Cumalıköy İlkokuluna tayini çıkıyor. Bir öğretmen daha verilmiş Cumalıköy’e. Eşi ve o öğretmen ile birlikte üç öğretmen görev yapmışlar. Orada 2. kızı dünyaya geliyor. 2. Kızından sonra eşi Eğitmenlik görevinden istifa ediyor.
“İki tane çocuğu bakmak zor oluyordu. Bir kadın tutacak olsak, eşimin maaşı kadına vereceğimiz para kadar değil. Düşündük, taşındık ve istifa etti.”

YÖRÜKLER KÖYÜ TAYİNİ
1957 Yılında Askerliğini bitirmiş ve dönmüş Halil Vural. Askerden gelmeden önce Çine Milli Eğitime bir dilekçe yazmış.
“Kasım ayında terhis olacağım; o dönem tayin dönemi değil. Önceden söyleyeyim ki yarın kış ortasında çocuklar için sorun olmasın, diye dilekçe gönderdim Milli Eğitime. ‘10 yıla yakın zaman köylerde öğretmenlik yaptım. Kasım ayında terhis olacağım. Artık kasabada bir yerde öğretmenlik yapmak istiyorum. Bunun dikkate alırsanız memnun olurum’ diye yazdım dilekçeyi.”
“Niyetim İnönü İlkokulunda (Namık Kemal) göreve başlamaktı” diyor Halil Vural.
“Çünkü çocuklar orada okuyor o zaman. Merkez olmasa da olur, diye de düşünüyorum. Yakın köylere de razıyım: Evciler, Karakollar, Kahraman Köy gibi.”
Bütün bu uyarılara rağmen tayini Yörük Köyü’ne çıkmış Halil Vural’ın. Yörükler Köyü Okulu yeni açılmış; o yıla kadar çocuklar Gökyaka İlkokuluna gidiyorlarmış. Köy Muhtarı o zaman İbrahim Kurkut; bir de Köy İmamı var, Konyalı. Onlarla ahbap olmuş kısa zamanda.

BANKAYA GEÇİŞ ÇALIŞMALARI
“Yörükler Köyü beni açmadı” diyor Halil Vural.
“İş Bankası’na müracaat ettim. Gittim Aydın Şube Müdürü ile tanıştım. O da öğretmenlikten gelmeymiş. Geçişim gerçekleşecek; her şey hazır. Aydın’da Bahçeli Evler mevkiinde ev arıyorum. Aydın’ın en iyi evleri o zaman oralarda. Uzun yıllar benim müfettişliğimi yapan biri var; Naci Sarıögmen. Onunla karşılaştım. O zaman İl’de Müdür Muavini Naci. Ona durumu anlattım, ev aradığımı söyledim. Sohbet ederek yürüyoruz. Gazi İlkokulunun önüne geldiğimizde ders zili çaldı. Yüreğim cız etti benim. O zildir beklide bankaya girmeme engel olan. Bir de Naci ısrar etti.”
“İyi düşün” demiş Naci Öğretmen Halil Vural’a.
“Bankada para babalarına hizmet edeceksin. Sen iyi bir öğretmensin. Git çocuklarını okut, eğit. Ne işin var bankada? Söz senin tayinini iki aya kadar merkeze aldıracağım” demiş.
Halil Öğretmen bu sözlerden sonra banka olayından vazgeçmiş. Gelip yeniden Yörükler Köyü’nde göreve devam etmiş.
Naci Öğretmen gerçekten de kısa bir süre sonra tayinini Çine merkeze çıkartmış Halil Vural’ın.

AĞANIN ÇİFTLİĞİ YOLU KESMİŞ
“Muharrem Salcının çiftliği var köyün yolu üzerinde” diye başlıyor bir anısını anlatmaya.
“Adam sürmüş oraları, yolu da kapatmış: ekmiş tarlayı. Köylülerin gidiş geliş yolu uzamış, bilmem nereye çevrilmiş. Köylüler avukat tutmuşlar, dilekçeler yazdırmışlar, bir çözüm bulamamışlar.”
Yol sorunu, sorundan öteye Ağanın ‘benim yaptığım doğrudur’ dayatması yüzünden canını sıkmış Halil Vural’ın.
“Köylüye ‘Size bir dilekçe yazacağım’ dedim. ‘Onu götürüp Kaymakamlığa vereceksiniz. Orada Kemal Bey var, ona vereceksiniz’ dedim.”
Kemal Tunçelli; Nuri Güngör’ün damadı. Belediye Yazı İşleri Müdürü o zaman.
Dilekçeyi Kemal Bey alıyor ve iki jandarma ile keşfe geliyor köye. Köyden ve çevre köylerden yaşlı birkaç adam bulduruyor Kemal Bey. Köyün eskiden beri kullanılan yolunun neresi olduğunu soruyor;
“Köyün kadim yolu burası” diyor ihtiyarlar; Muharrem Salcının sürüp ektiği yeri gösteriyorlar elbette. Kemal Bey bu beyanatlardan sonra alıyor kazıkları çakıyor ve yolun o andan sonra orası olduğunu söylüyor.
“Bayram günü, ben kayınvalidenin evindeyim. Köy Muhtarı, Topal Dede, yanlarında İhtiyar Heyeti benim bayramı kutlamaya gelmişler. Topal Dede o gün orada; ‘Biz sayfalar dolusu dilekçeler yazdırdık avukatlara, olmadıydı. Sen iki satır yazı yazdın; götürüp verdik. Yolumuz açıldı. Demek ki akıl yaşta değil, başta” dedi o zaman.”
Tayini çıktığı zaman gitmemesi için ısrar etmişler; sonra da öneri getirmişler:
‘Köylü; ‘Köyde 30 tane çoban var. Her biri sana birer koyun besleyecek. Köye lojman yaptırtacağız. Köyün yakınından sana 10 dönüm yer de vereceğiz; gitme’ dediler ama Yörükler Köyü’nü bağışlasalar durmayacağım. Çünkü Çocuklarım Çine’de kayınvalidenin yanında kalıyor; okuyorlar. Nasıl durayım orada?”

ÇİNE YILLARI
3 Ay sonra Çine Atatürk İlkokulu’na tayini çıkmış Halil Vural’ın; Atatürk İlkokulunda 5 yıl görev yapmış. O zaman içerisinde aynı zamanda ortaokula müzik derslerine de giriyormuş. O dönemde Çine Ortaokulu Atatürk İlkokulunun üst katında. Mehmet Özcan Müdür o dönemde.
“Okulun ilk Müdürü Şadan Beydi” diyor Halil Vural.
“Bir yıl kadar kaldı ve gitti. Ondan Sonra Mehmet Özcan geldi; uzun yıllar kaldı Çine’de. Çine Ortaokulu Lise olduktan sonra müdürlüğe devam etti Mehmet Bey.”
O dönemde Ortaokulda öğretmen Emin Gezginci ile birlikte kapatılan Çine Halk Evi’nde bulunan kitapları alıp bir okuma salonu kurmuş Halil Vural.
“Bir çeşit kütüphane kurmuştuk” diyor.
“O kitaplar Halk Evi’nde toz, toprak içinde duruyordu. Aldık onları, temizledik ve bir kütüphane kurduk. Epey de okuyanımız vardı.”

MÜFETTİŞ HALİL VURAL
“1962 Yılında Pedagoji sınavlarına girmeye başladım” diyor Halil Vural.
“Pedagoji derslerini verenler o zaman ya meslek dersi öğretmeni oluyor ya da ilkokullarda müfettiş. 1963 Yılında sınavları bitirdim ve müfettiş olmayı hak kazandım. Kura çektim ve Ordu’ya tayinim çıktı.”
3 Yıl Ordu’da müfettiş olarak görev yapmış. Ordu’da bir de kitap kulübü kurmuş.
“Okumuyor öğretmenler o zaman. Bu da beni deli ediyor. Öğretmen okumak zorundadır. Okumadan çocuklara nasıl geleceğin yolunu açacaksın? Kendini eğiteceksin ki çocukları eğitebilesin.”
“Öğretmenlere ‘ayda 5 lira verecesiniz’ dedim. Bir kitap servisi kuracağız. Merkez okulu müdürlerinden üç kişi seçtik. Onlar paraları toplayacaklar. Ellerine liste verdim: Çeşitli kitap evlerinden alınacak olan kitapları belirledik. Bazı yayınevleri öğretmenlere %40’a varan indirimler yapıyorlardı. O yayınevlerinden seçtiğimiz kitapları alıyorduk ve öğretmenlere dağıtıyorduk.”
3 Yıl Ordu’da görev yaptıktan sonra tayinini istemiş Halil Vural ve 1966 yılında Aydın Merkeze gelmiş. Emekli olana kadar (1981) Aydın’da görev yapmış. 15 yıl öğretmenlik, ardından 18 yıl müfettişlik görevinde bulunmuş Halil Vural.
Emekli olduktan sonra Aydın’da yaptırttığı evi satmış ve İzmir’e yerleşmiş Halil Vural.

DOKTORA GELEN MEKTUP
“Ordu’da Karslı Kemal adında bir doktorla ahbap olduk” diyor Halil Vural.
“Bizi, öğretmenleri çok seviyordu adam. Özellikle Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerle çok ilgilenirdi. Bir gün teftiş evinde üç dört tane öğretmen toplandık, ziyaretine gideceğiz o doktorun. Karslı bir öğretmen arkadaş var, o geldi. Nereye gittiğimizi sordu. Biz de Kemal Beyi ziyarete gideceğimizi söyledik; o da gelmek istedi. Bürosuna vardık; kapıya şöyle bir yazı asmış: 15 Dakika sonra buradayım. Geçip içeriye oturduk. Hemşerisi gitti masasına oturdu. Çekmecelerini kurcalıyor.
“Öğretmen ‘Aha’ dedi birden. ‘Yav, bizim Kelam bir kızla mektuplaşıyor.’
Karıştırmamasını falan söyledik ama bizi dinlemiyor. Okumaya başladı mektubu. Mektubu Kars ağzıyla okuyor bize.
“Sevgilim. Ben seni çok sevirem. Kalbim senin için yanir, tutuşir, alavlanir. Neden dirsen; işte ele. Seni anandan, bubandan isteyecem. Sen kalbini muhkem tut.”
Onu okuduktan sonra yine karıştırıyor çekmeceleri.
“Bak, bak cevabı gelmiş mektubun. Dinleyin, onu da okuyayım: Eşeğin oğlu eşek, köpeğin oğlu köpek. Ahan böyün, ahan yârin dersen, beni kandırisen. Geleceksen gel, yoksa babanın kemiğine okuram.”
Meğer orada mektup falan yokmuş, bizim arkada ezberden okuyormuş onları. Biz bu mektup işini ezberledik, yıllarca şaka konusu yaptık aramızda. Gerçekten de 15 dakika sonra geldi Kemal Bey.”

TELLAL HASAN BASRİ’NİN SÖYLEDİKLERİ
“1960 yıllarında Çine çarşıda kahvede oturur, sohbet ederdik öğretmen arkadaşlarla” diyor Halil Vural.
“Hasan Basri vardı Tellal. Ortalık yerde bağırır, çağırır, insanlara resmi ilanları okurdu. Resmi ilan dışında halk için gerekli olan ne varsa söyler, duyururdu. Bir olayı ya da emri duyurmaya çalışırken Çineliler gibi konuşmamaya, resmi ağızla konuşmaya çalışırdı; onu yaparken de eline yüzüne bulaştırırdı söylediklerini.
7Sayin Çineliler. Velinimetim Çineliler. Her kim ki bir inadda gayip veya zayi ettiyse Belediyeye gelsinler, bana başvursunlar.’
Turgut Gökler onun bu bağırırken kullandığı ağza çok güler, giden yanına tekrarlattırır, sonra da oturur kahkahalarla gülerdi.”

TURGUT GÖKLER
“Çok güzel şiir yazar ve çok güzel şiir okurdu” diyor Halil Vural Gökler için.
“Utangaç, kendi halinde takılırdı ilk zamanlarda. Şiir yazmaya teşvik eden benimdir onu. Çok güzel şiirler yazmıştır, Hepsi de yayınlandı. ‘Beni bu hale getiren sensin’ derdi bana.”
“Hasan Ali Gökler de çok açık, herkesle muhatap olan bir kişiliğe sahip değildi. Hidayet Yavaşoğlu’nun yanında tezgâhtar olarak çalıştı o bir süre. O zaman müşterilerle muhatap olmayı öğrendi. Sonra açtı o Sümer Mağazasını. Onlar ailece sessiz, kendi halinde insanlardır.”
Talat Göklerin şu anda İstanbul’da yaşadığını söylüyor Halil Vural.
“Geçen gittiğimde uğradım yanına; sağlığı iyi sayılır. Kendine bakıyor. Yiyeceği yemeği kendisi yapıyor; öğrenmiş. Misafiri oldum bir gün.”

EMEKLİLİK
“Ölene kadar çalışmaya devam edeceğim” diyor söz emeklilikten açıldığında.
“Yeni kuşak Köy Enstitüleri Derneği çalışmaları, Yeniden İmece Dergi çalışmalarını sürdürüyoruz, sürdüreceğiz. Bizim gibi insanlar emekli olamıyor. Çevremizde birçok insan var, onlarla iletişimimizi koparamıyoruz, koparmıyoruz yani. Bu böyle, ölene kadar sürecek. Bir yandan sürsün de istiyoruz elbette. Biz hala üzerimize düşen görevler var diye düşünüyoruz ve onları yapmaya çalışıyoruz.”

BİZİMLE BUGÜNÜNÜ ÖĞRETMENLERİ ARASINDAKİ FARK
“Şimdiki öğretmenlerle aramızda çok büyük farklılıklar var” diyor Halil Vural.
“Biz öğretmenlik yaptığımız köyde kalıyorduk. Şimdikiler ilçelerde bile kalmıyor; şehre gidip geliyorlar. Giriyor derse, öğleden sonra 3 olduğunda çıkıyor, biniyor arabaya ayrılıyor okulun olduğu mevkiden. Öğrenciyle, velilerle diyalog yok. Bu şekilde verimli olamazsınız. Öğretmen öğrencisini tanımak zorunda; hangisi fakir, hangisinin aile sorunları var; bunları bilmek zorundasın. Değilse verimli olamazsın ki.”
Günümüz eğitim sistemini beğenmiyor Halil Vural.
“Onlar ezbere dayalı bir eğitimden geldiler. Üç gün kalır aklında, sonra unutursun ve bilgi gider. Biz yaparak, yaşayarak öğrendik, eğitildik. Yaşadığımız ortama hâkimdik biz. Yeni kuşak öğretmenler pratik olarak sıfır.  Biz fiziği öğrenirken yaşadığımız binanın elektriğini döşüyorduk. Açıları, geometriyi öğreniyorduk; marangozhanede bunları uyguluyorduk, yaşıyorduk.”

EĞİTİM ŞEKLİ İFLAS ETMİŞTİR
“Kısacası şimdiki öğretmenlerle aramızda çok büyük fark var” diyor Halil Vural.
“Birisi yorumcu, uygulayıcı; diğeri ezberci sizin anlayacağınız. Dayanağı olan bilgi değildir ezberlenen bilgi. Bu eğitim sistemi yıllar önce iflas etmiştir.
“Bunun en büyük kanıtı, geçtiğimiz yıllarda yapılan sınavların sonuçlarıdır. Bir ÖSS’de 50 bin çocuk sıfır alıyor. Bir KPSS sınavı oluyor; 70 bin çocuk sıfır alıyor. Okulda öğrendikleri test çözme pratikliklerini dershanelerde geliştiriyorlar ve ezberledikleri bilgileri sınavda uyguluyorlar. Zemin ve birikim yok. İflas etmiş durumda eğitim ve öğretim. Yeni kuşak çocuklar kendi durumlarını arz etmek için bir dilekçe yazabilecek yetenekten yoksun yetişiyor.
“Biz görerek, yaparak, uygulayarak öğrendiğimiz için bildiğimiz, öğrendiğimiz her şey hala aklımızın bir köşesinde duruyor, hala taze bilgiler şeklinde muhafaza ediyoruz. Bizim bir misyonumuz vardı: Gittiğimiz köyü eğitme, öğretme, kalkındırma misyonumuz vardı bizim. Şimdiki öğretmenler köyü, köylüyü bilmiyor.”

(BU ÇALIŞMA ÇİNE BELEDİYESİNİN KATKILARIYLA HAZIRLANMAKTADIR)

GELECEK HAFTA ÖZCAN TATLIBAŞ

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.

Bugün için kayıtlı nöbetçi eczane bilgisi bulunamadı.